Advert
Advert
Urfa’da Alevi - Bektaşi Dergah’ı var mıydı? Var ise ne oldu?
Aşir Kayabaşı

Urfa’da Alevi - Bektaşi Dergah’ı var mıydı? Var ise ne oldu?

Reklam

Urfa tarım şehri, Urfa tarih şehri, Urfa kültür şehri, Urfa peygamberler şehri, Urfa evliyalar ve erenler şehri, ancak Urfa’nın ilk, orta ve yakın çağ tarihi ile Kurtuluş Savaşı Tarihini  kaleme alan birkaç eser dışında gerçek bir tarihi yapıt ortada yoktur.

  Günümüzde Urfa’da her şey Roma, Bizans, Arap kaynakları ve birçok rivayet ve efsanelerle anlatılmaya devam etmekte, Selçuklu ve Osmanlı tarihinin ise birçok bilinmeyenleri hala gün yüzüne çıkarılmayı beklemektedir.

    Konuya tasavvuf tarihi açısından bakıldığında ise tam bir suskunluğun sürdürüldüğü görülür. Sadece “Urfa’da yetişenlerden başka Horasan, Buhara, Nişabur ve Hemadan gibi çeşitli İslam şehirlerinden gelerek Urfa’ya yerleşmiş birçok evliyaullah vardır.” Deniyor.

     Bunlardan daha çok XII. Asır sonraları ve XIII. Asır başlarında yaşayanları bilmekteyiz, Urfa’da zaviyesi bulunan Nişaburlu Şeyh (Şah, Şıh) Mes’ud’un doğum yeri Nişabur’dan  bahsedilir. Fakat, Nişabur’un Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum yeri olduğunun sözü edilmez. Şeyh Mes’ud’un ise bir “Dede-i Horasanî” olduğu yeni yeni telaffuz edilmeye başlanır. Halil ür-rahman gibi zaviyelerin de “Ehl-i itikâf ve horasan pîrlerine”1 mahsus olduğuna değinilmez.

    Seyahatleri sırasında Urfa’ya uğrayan Evliya Çelebi ise Halilürrahman Tekkesi’nin “nimeti bol, birçok salonları, odaları, kiler ve mutfağı, çeşitli misafirhaneleri bulunan tekkelerinde, gelip geçenlere, fakir ve kimsesizlere, konu komşuya yemek verilirmiş.Bu tekkenin arif, amil, âlim, mütteki ve irşad edici şeyhleri, fakr ile fahr eden ehl-i hâl ve ârif erenleri varmış.”2. Der.

     Bu ifadeler Bilge Kağan’ın “ben ulusumun açlarını doyurdum, çıplaklarını giydirdim.” devlet adamlığı sorumluluğunun gereği olarak açılan Zâviye (hangâh, dergâh, tekke)’nin fonksiyonel işlevlerini belirlemiştir.

   “Zaviyeler, bizzat dervişler ya da sultan veya emirler tarafından özel imtiyazlarla kuruluyordu. Birçok belgede bunların fonksiyonunun “ayende ve revendeye hizmet” olduğu açıkça ifade edilmiştir.*”3.

   İbrahim Halil Tekkesi’nin bulunduğu yerde, bir “eren evi”nin varlığı, Urfa Kale muhafızlarının “kale erenleri” olarak anılması manidar olduğu gibi kültürel ve inançsal değerlere işaret etmesi bakımından büyük bir ehemmiyet arz etmektedir.

      İşte bu “Erenler”den biri, İstanbul Erenköy’den Urfa’ya gelen Karaköprülü Ali Baba’dır. Onun ardılları da günümüzde Urfa’da “eren” soyadını taşımaktadırlar.

     “Urfa’da Bektaşilik, Horasan’dan Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş Veli hazretleri tarafından kurulmuş bir tarikattır. Anadolu’da çok yaygın bir tarikat olan Bektaşilik, tekkelerin kapanmasından önce Urfa’da da oldukça çok görülmekteydi. Fakat daha sonraları bu tarikat tamamen ortadan kalkmıştır.

     Bektaşilik bilhassa Urfa’nın Kısas köyünde çok bulunan Alevi vatandaşlar arasında yaygın idi. Çok güzel şiirler söyleyen Bektaşi mensupları Urfa’da da bulunmaktaydı. 

    Son zamanlarda hemen hemen hiç rastlayamadığımız Bektaşi tarikatı mensuplarından ancak birkaç kişinin ismini Bedri Alpay’ın “Urfa Şairleri” kitabında Urfalı Alevi-Bektaşi şair Hatayi, İsmail, Marufi ve Yekta vd. isimlerini bulduk.”4. Derken, bir diğer yayınında ise:

    “Urfa’da yaptığımız araştırmalarda Bektaşi tekkesinin izlerine rastlayamadık. Yalnız Aşir Kayabaşı yazdığı küçük bir broşürde Urfa merkezinde Bektaşi tekkesinin olabileceğini söylemektedir. Bazı eski binaların ve benzer isimlerin çağrışım yapmalarından yola çıkarak böyle bir düşünceye varmıştır.

   Her ne kadar Urfa’da Bektaşi şeyhleri yetişmişse de kesin bir bilgi olmadıkça isim benzerliğinden dolayı Urfa merkezde Bektaşi tekkesinin varlığını kabul etmek büyük yanlış olur.”5. der.

    Bedri Alpay, “Urfalı Alevi-Bektaşi Şairi Yekta; adı Muhammed Salih mahlası Yekta’dır. Tiryakizade İsmail Efendi’nin oğludur. Dabakhane Medresesi’ni bitirdikten sonra ziratle uğraşmıştır. Bektaşiliğe intisab etmiş ve Bektaşi Dedesi olmuştur. 1859 yılında vefat etmiştir.”6.der.   

   Urfalı Edebiyatçı yazar Adil Saraç ise, “Bektaşi bir şair Yekta. Bu akımın Urfa’da nasıl yeşerdiğini, ne zaman yeşerdiğini bilmiyoruz. Hatta Urfa’da bir de tekkeleri var. ”7. Der. 

    Peki, Urfa’da var olan bu Alevi-Bektaşiler ve tekkelerine ne oldu? Bir cevap yok. Ancak, Araştırmacı yazar Mahmut Karakaş, Urfalı Baba Cemî’den bahseder, ancak tariki hakkında bir şey söylemez. Oysaki Baba Cemî’nin Karadağ Savaşına gönüllü olarak giderek orada şehit olmasıyla, Urfa Tereke Hakimliğindeki künyesi içerisinde şiirlerinden örnekler verir.

       Baba Cemî bu dizelerinde: “Yedinci Yüzbaşı Alevi yollu - Bende bu yola demişim beli.”8 demesine rağmen, Sayın Karakaş, onun bir Alevi-Bektaşi şairi olduğunu demekten çekinir. Ancak, Bir başka çalışmasında bu defa şöyle bir tarihi tespitte bulunur:

    “II. Mahmut Devri Yeniçeri Kırımı (1826)’nda, “Bektaşi tarikatinin Mısır’dan Arnavutluğa kadar geniş İslam topraklarında tekkeleri vardı. O bakımdan bütün Bektaşi şeyhleri ile birlikte Bektaşi mensubu oldukları sanılan Anadolu payelileri de sürgün edildiler.  

  Tekkelerinin yenileri yıktırıldı, eskileri bırakılarak, ehlisünnet inancına bağlı şeyhlere, bilhassa Nakşibendî mensuplarına verildi.

    Devletin Bektaşiliği yasaklamasından dolayı Bektaşi akidesine mensup olanlar saklanmak ve faaliyetlerini gizli sürdürmek zorunda kaldılar. Aynı durum şüphesiz Urfa’da da meydana geldi.”9. Deniyor, ancak ne olduğuna kimse değinmiyor? Sadece Doç. Dr. Abdullah Ekinci, Mecma’-ül Bahr’ın soyut anlamının kentin hafızasından silindiğini şöyle vurgular:

       “Hızır” aleyhisselam hakkında Urfa Balıklıgöl su kaynağı ve Hızır’la ilgili olarak, Alevi-Bektaşi şairlerinin şu soyut ifadelerine dikkat çeker: “Mecma’-ül Bahr/Bahreyn, Bektaşî-Kızılbaş nefeslerinde de görülmektedir. Özellikle XVI. Yüzyılın tanınmış şairlerinden Hayâlî Beğ:

                                                  “Ol leb Hızr’ı ile hem reh Mecma’-ül Bahreyn’i seyretdüm

                                                  Fenâ gerdinden emvâc-ı havâdisden emân buldum.”*

    Ayrıca, XIX. Yüzyıl şairlerinden Harâbî’nin* şiirlerinde de Mecma-ül Bahreyn kavramı işlenmiştir.

                                                “Mecma-ül Bahreyne vardığım zaman

                                                  Hızırı bulup candan kölesi oldum

                                                 Ledün ilmin bana eyledi ihsan

                                                 Sırrı Sırrullahın tamamı oldum.*”

    Heteredoks kültürden beslenen Hayalî Beğ ile Harâbî’nin yukarıda verilen nefeslerinde Mecma’-ül Bahr’ın/Bahreyn’in Bâtıni bir yorumu dile getirilmiştir. Batını/Heteredoks yorum yer yer halk arasında anlatılan menkabelerde de görülmektedir.

     Urfa’da yer adlarının kökenleri hakkındaki bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Kentin fizikî gelişmesi, bu gelişme ile ilgili tarihî ve toplumsal veriler, sistematik bir araştırma konusu şimdiye kadar yapılmamıştır. Urfa kültürünü besleyen temel dinamiklerden biri, hiç şüphesiz ki, mistik kültürüdür… Kentteki mistik kültürü besleyen unsurlar züht hayatı, Melamilik, Fütüvvet ve Tarikat kültürüdür.

      Urfa’daki söz konusu kültürel unsurların toplum ve coğrafya üzerindeki etkileri hakkında gerçek ilişkiye dair bilgisizliğimiz devam etmektedir. Mistik İslam yorumunda, iki denizin birleştiği yer anlamına gelen Mecma’ul Bahreyn, Rahman suresinde “Meracel Bahreyn” olarak geçmektedir. Bu ayet “Allah, iki denizi birbiriyle kavuşturmak üzere salıverdi.” Mealindedir. Aralarında birbirine karışmamak üzere bir engel (berzah) vardır. O iki denizden inci ve mercan çıkar.      

     Heteredoks İslam kültürüne göre, Mecmaul Bahr/Bahreyn’den kasıt, Hz. Aliyel Mürteza ve Fatımat’üz-Zehra’dır. Aralarındaki berzah* Hz. Muhammed Mustafa’ya tekabül eder. O iki denizden çıkan inci ve mercan ise Hz. Hasan ve Hüseyin’e remizdir. Söz konusu duruma örnek olabilecek Heterodoks İslam yorumunun izlerini taşıyan bir kitabe, Urfa’da “Fesadı Hanı”nda yer almaktadır.*

     Sonuç olarak bugün Urfa’da Mecma’-ül Bahr kavramının Balıklıgöl ve çevresindeki kutsal alanın bütünlüğü içindeki yeri, sadece somut bir anlamdan ibarettir. Mecma’-ül Bahr’ın soyut anlamı kentin hafızasından silinmiştir.”10. der.

     Bu silmeye 1826’da, “II. Mahmud’un, ilga fermanıyla… Bektaşi Babalarının bir kısmı ya idam edildi yahut da sürgüne gönderildi. Sürgüne gönderilecekler listesi düzenlenmesinde çok hararetli tartışmaların çıktığı anlaşılıyor.

      Sürgün listesinin kabarıklığında Nakşî kesimin gayreti yoğun oldu. Nakşilik’in Halidiye kolu ünlülerinden Gümüşhaneli Ahmed Zıyaeddin Efendi’nin hocası Kürt Abdurrahman Efendi, sürgün listesini hazırlayan heyette bütün gayretini seferber etmiştir. Bu gayretin “ıvazsız ve garazsız” olduğunu söylemek pek mümkün görülmüyor.

    Çünkü, Bektaşilerden boşalan mevki, tekke ve imkanların tamamına yakını “müteşerri” oldukları gerekçesiyle, Nakşilere dağıtılmıştır.”11 “…Asılacak adam kalmayınca, yeniçerilerin sazları, bağlamaları ağaçlara asıldı…”12..

    “XVII. Yüzyılda Urfa paşasının emrinde 150 Yeniçeri ve altı yüz Sipahi bulunuyordu.”13. Acaba bunlara ne oldu? Bilgi yok!   

     İlginçtir ki, Hacı Bektaş Velî Dergâhına, II. Mahmut devrinde el konulunca, dergâhtaki kültürel ve inançsal değerler de alınmış, dergâhtaki “Asa”nın ise Urfa ile ilgili serüveni ilginçtir. Hacı Bektaş Velî Dergahının müze olarak açıldığında; 

     “Müzayadelerden biri Kırkbudak Şamdanı, bir büyük kazan ve teberler kalmıştı sadece!” Böyle yanıtlıyor sorumuzu Ali Sümer, emanetlerin neden dergahta muhafaza edilmeyip Başkent pazarlarına düşürüldüğünü ise tabii ki, Ali Sümer’e soruyoruz! Devam ediyor:

   “Nihayet restorasyon tamamlandı ve 1964 Ağustos’unda açılma kararı verildi. Hiçbir şeyimiz yoktu! İki buçuk liraya bir masa aldık ve bir bayrak direği yaptık. Satılmayan eserleri gidip teslim aldık.

   Diğer emanetlerin bazılarını sonradan değişik yörelerde bulup satın aldık ve müzeye getirdik” Nerelerde? “Mardin’de mesela!.. Bektaşî kâşıklarını Mardin’de bulduk.

      Veysel Karani’nin asasını Urfa’da. Hz. Ali’nin el yazısını ise Topkapı Sarayı’nda, depoya atmışlardı.” Bulunmayanlar? Diye soruyoruz bu kez: “Meselâ… anlatıyorlar.

     Atatürk geldiğinde altın zarflı fincanlarla kahve içtik’ diye. Bir-iki tanesini zor bulduk. Yok!”… Halılardan geçtik, ya yazmalar?!

    “Tam üç çuval el yazması eser Dergah’tan alınıp Ankara’ya götürülmüş.” Bu yazmaların öyküsü oldukça hazin.

     Üstelik öykünün baş kahramanı Demokrat Parti’de Kültür Bakanlığı da yapmış ünlü tarihçi Prof. Dr. Fuad Köprülü Vakıflar deposuna atılan yazmaları kendi mülkiyetine geçirivermiş. Ölümünden sonra da hanımı tamamını “Amerikalılar!”a satmış.”14.

      Bu yağma ve talan a Vak’a-i Hayriye adını koyan kesimlere karşı, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk şu değerlendirmede bulunur:

   “Vak’a-i Hayriye’nin en büyük zararlarından biride, yıkılıp yerle-bir edilen Bektaşî tekkelerinde saklı birçok yazılı belgenin, el yazması eserin mahvolmasıdır. Ekleyelim ki, bu tip malzemenin büyük çoğunluğu yakılarak ortadan kaldırılmıştır.”15.

   Bütün bunlar görmezden gelinerek, Alevi-Bektaşilerin yazılı tarihi belgeleri yoktur, iddiasında bulunanlar ne yazık ki, bu gerçekleri, düşünmeden görüş ileri sürmektedirler ki, bu inandırıcı değildir.

      Urfalı araştırmacı yazarlarımızdan sayın, Mehmet Kurtoğlu; “Hafızasını kaybeden şehir”, sayın Doç. Dr. Abdullah Ekinci’nin ise “Hafızası silinmiş şehir” olarak nitelendirdikleri Urfa kentinin dokusunu oluşturan Ahî ve Alevi - Bektaşî değerlerinin unutulmuş veya unutturulmuş değerlerinin Urfa Kamuoyu’nun bilgisine sunmak Urfa’nın kültürel zenginliğinin nişanesi olacaktır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                    Bu itibarla öyle ümit ediyoruz ki, Urfa’nın tarihi geçmişine ışık tutacak bu kültürel ve inançsal değerleri, araştırmacılar tarihsel gerçeklere uygun olarak ortaya koymaya başlayacaklardır.

*****

1- Doç. Dr. Tuncer Baykara, “Türkiye Selçukluları Devrinde Konya”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları:614, Ankara, Tarihsiz, s.95

2- Mehmet Kurtoğlu, “Urfalı Nabi (Şair Nabi)” ,Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, 2008, s.5; Evliya Çelebi, seyahatname, Urfa Bölümü

3- Muhammed Beşir Aşan, “Türk İskân İzleri” ,TKAE., Ankara, 1992, s.61; Ömer Lütfi Barkan, “Kolonizatör Türk Dervişleri” ,Vakıflar Dergisi, Ankara, 1942, Sayı: II. S.309-351

4- Mahmut Karakaş, “Urfa’da Tasavvuf İzleri”, Şurkav Yayınları, Ankara, 2017, s.98

5- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnanç Serüveni” ,T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara,2009,s.433; Burada isim benzerliği denen “Haşimîye Meydanı” ve “Nur Ali Mahallesi”    

6- Bedri Alpay, “Şanlıurfa Şairleri I” ,Dal Yayıncılık, Şanlıurfa, 1986, s.237-238-239; Bugün Alevi-Bektaşi şairlerinin adını, sanını ve eserlerini araştırmak, deyim yerinde ise “Bulanık suda balık avlamaya” benzemektedir. Çünkü bir yok edilme, yok sayma, günyüzüne çıkarmama gibi gayretkeşlik sezinlenmektedir.

7- Adil Saraç, “Bilinen Urfa Şairleri” ,Şair Nâbî Sempozyumu 13-15 Kasım 2009, Şanlıurfa, s.495-496-497- 498

*Peki, sayın, Saraç’ın sözünü ettiği bu Tekke nerede idi? “Halil-ür Rahman Gölü, sağ tarafta görülen evler, “Erenlerin (Harahmanlar) evi” olarak bilinmektedir.”(Yasin Küçük, “Mazide Kalan Şehir Urfa” ,Step Ajans Matbaacılık, Şanlıurfa, 2013, s.72); Acaba, bu (Tekke) “Erenler Evi” Karaköprülü Şerif neseb Ali Baba’nın dergâhı mıydı?Yıkım ve tadilatlar nedeniyle bunu bilemiyoruz. Ancak “Erenler”in Alevi-Bektaşi terimi olduğunu biliniyor.

8- Mahmut Karakaş, “Urfalı Baba Cem’i Karadağ Destanı” ,Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları;Şanlıurfa, 2006, s.   

9- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnanç Serüveni” ,T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009, s.435   

10- Doç. Dr. Abdullah Ekinci, “Soyuttan Somuta Mecma’-ül Bahr” ,Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Yıl:3, Sayı:8, Eylül 2010, s.23-24;* Şerif Kaza; Silsilenâmesi Hz. Hasan üzerinden ehlibeyte çıkan Karaköprülü Şazeli Ali Baba (dede)‘dır.                         

11- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Tarihi Boyunca Bektaşilik” ,Yeni Boyut; İstanbul, 1990, s.193-194; Bk: Gündüz, 135; Cevdet Paşa Tarihi, 12/184  

12- Şevki Koca, “Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler”, Nazenin-Tarih Yayınları, İstanbul, 2000, s.74-75-76; *II. Mahmut’u kışkırtarak, yönlendirenler kırıma başlayınca, II. Mahmut kaçan yeniçerilere dokunmayın diye seslenmiş ve gözlerinden iki damla yaşın geldiği söylenmektedir. 

13- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnanç Serüveni” ,T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009, s.307; Jean-Baptıst Tavernier, Tavernier Seyahatnamesi, s.199

14- Murat Küçük, “Allı Turna” ,Horasan Yayınları, İstanbul, 2006, s.47-48; Ahi Esnaf teşkilatının 5 adet sancağının Urfa Dede Osman Avni Velî türbesinde bulunması tesadüfi olmasa gerek. Çünkü “Dede” nin babası Abdal Muhammed’dir.

15- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, “Tarihi Boyunca Bektaşilik” ,Yeni Boyut: 4, İstanbul, 1998, s.196 

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı