Advert
Advert
Kısaslı “Eğitmen
Aşir Kayabaşı

Kısaslı “Eğitmen" Murad Sefer:

Reklam

“Mektebin bacaları - Ders verir hocaları

  Kim yarimi sorarsa - O dur birincileri.”

Türk kültür tarihinin en büyük devrimi olan Türk Harf İnkılabı ve kadın hakları, ülkenin en yoksul, en çaresiz ve en ümitsiz devrinde hayat bularak en büyük bir devrim olarak gerçekleştirilmiş, onun yaratığı kurumlar ise günümüz aydınlanma çağının temel taşı olmuştur. Toplumsal değişme ve gelişmede bu merhaleyi sağlayan kurumların başında da o dönemde kurulan “Köy Odaları” , “Halk Evleri” ve “Köy Enstitüleri” gibi eğitim yuvaları gelmektedir.

     “Türkiye’de yurttaşlığın evrilmesinin araçlarından biri olan halkevlerinin açılış tarihi 19 Şubat 1932 olmasına rağmen, Urfa’da halkevinin açılışı iki yıl sonra 80 halkevinin açıldığı tarih olan 23 Şubat 1934 Cumartesi olarak gözükmektedir.

    “CHP Halkevleri ve Halkodalarının Yurt İçine Dağılışları” adlı esere göre Birecik, Siverek, Suruç, Viranşehir Halkevleri, Akziyaret, Kısas, Sırın, Halfeti, Ağrıl, Cibin, Hobap Tisha, Yaylak, Bazik, Kanlıavşar, Çarmelik, Yaslıca, Hilvan, Harran, Akçakale ve (Resulayn) Halkodaları olmak üzere dört halkevinin on yedi halk odasının açıldığı görülmektedir.”2*

   Türkiye Cumhuriyeti’nin güreşçisi bu kurumlarda kendini bulmuş, bu yuvalardaki eğitmenler tarafından keşfedilen yeteneklerin ortaya çıkarılması için kıt imkanlar harekete geçirilerek, yaratılan fırsat eşitliği sonucu sporcular bu dönemde dünya şampiyonu olmuş, en güzel romanlar bu dönemde yazılmış, en büyük şair, şarkıcı, tiyatro ve sinemacılar bu dönemde ortaya çıkmış ve ülke gerçeklerini yansıtan en özgün eserler bu eğitim kurumlarının yetiştirdiği aydın insanlar tarafından yazılmıştır.

      Tabi ki, kız çocuklarının mektebe gönderilmediği dönemde bu yapıtları ortaya koymak kolay olmamıştır. Daha işin başında bu projeleri ortaya koyanlar bin bir yoksulluk içerisinde canla başla çalışırken, çağı ve çağdaşlığı hedef seçmişler, bu gerçekleri halka sunarken de halkın kültür seviyesini çağrıştıran uygun ad ve nitelendirmeler ile teknik gelişmeleri anlatmış ve tanıtmışlardır.

    Konu bu yönde derinleştirildiğinde karşımıza öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ün “eğitmen”  projesi çıkar. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başöğretmeni Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyet kurulduktan sonra çağı yakalamak için, harf devrimini müteakip eğitim ordusunu harekete geçirmek için açılan okullarda “Eğitmen” adını verdiği öğretmen kadrosunu oluşturmuştur.

       Günümüz tabiriyle ilk öğretimde üçüncü sınıfa kadar formasyon alan bu eğitmen ordusunun oluşturulması düşüncesindeki karamsarlık sürerken, Mustafa Kemal, Türk Ordusu içerisinde Okuma-Yazma bilen onbaşı ve çavuşların seçilerek “Ali Okulu” projesinin gerçekleştirilmesini sağlamıştır.

      Eğitim Bakanlığı Genel Müfettişi Tahsin Özer Trabzon’da çıkan Yeni Yol Gazetesi’nin 13 Mayıs 1939 tarihli sayısında yayımlanan bir yazısında şöyle diyordu:                                                                                 

Eğitmen projesi Atatürk’ten çıkmıştır.

         O dönemin Doğu çocuğu Ulusal Eğitim Bakanı Saffet Arıkan da oradaydı ve Atatürk’e şu şekilde bir yakınmada bulundu:

      “Elimde bol para var. Fakat üzülerek söylemeliyim ki, köye öğretmen olarak görevlendirilecek eleman yok” der. O büyük dahi sanki böyle bir soru karşısında kalacağını biliyormuş gibi, bu ideoloji üzerinde günlerce haftalarca etüt yapmış gibi beklemeksizin şu yanıtı verdi. Rahat ol saffet, bunun da bir çaresi vardır.

     “Türk Ordusunun, cumhuriyet sonrasında yetiştirdiği, Çavuşlardan bu konuda pekala yararlanabiliriz. Yüzlerce er arasından zekâları ile sivrilmiş bu erler, kısa süreli kurslarla bu iş için yararlı elemanlar durumuna kolayca gelebilirler ve bunlara da “Eğitmen” diyebilirsiniz.”3                                                              

       İşte bu eğitmenlerden biri de ilimiz Kısas köyünden Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü’nde 1940’ lı yıllarda 6 aylık bir kurs sonucu eğitmen olarak görev alan Murat oğlu 1908 doğumlu Murad Sefer’dir.

        Köy Enstitüsü eğitimli bu nefer insan  bu okulda aldığı eğitim ve yüklendiği misyonla bildiklerini örgencilerine, çevresine ve özellikle de köylüsüne anlatırken, televizyonu halkın anlayacağı bir dille, şu benzetmeyle ifade eder:

       “Örgencilerim, arkadaşlarım, köylülerim, gelecekte bir alet çıkacak, şimdi radyolar’ da türkülerini dinlediğiniz sanatçıları bir “Camlı Sandık” gibi aletin içerisinde göreceksiniz” der.

     Onu dinleyen insanlar ise hep bir ağızdan biraz alaylı, biraz küçümser ve tam bir inanmazlıkla; “Yahu hoca olur olur da bu kadar olmaz, bir adam camlı sandık içerisine nasıl sığacak bu olacak bir şey mi?” diyerek tepki gösterirler.  

       Radyo dinlenmesi ile ilgili şu anektod, o yıllarda Türk insanının düşünce ve olaylara bakış açısını göstermesi açısından ilginçtir. Şöyle ki;

       “Kısas köyünde bir delikanlı radyonun kullanımının yaygınlaşmaya başladığı yıllarda, şehirden bir radyo alarak ilk defa köye bir Radyo getirir. O yıllarda Radyo vericilerinin zayıf olmasından ötürü toprak damın üzerine iki direk dikerek anten çeker. Başlar Radyo dinlemeye. O yıllarda özellikle günaydın programlarında sabahları Türk Halk Müziği sanatçılarının banttan türküleri dinlenir. Delikanlı böylesi bir program dinlerken, Ayıbey’in hanımı ve Annesi de ev işleri ile uğraşır, koyunları sağar, yoğurdu yayıklarda yayarak, ayran ve tereyağı çıkarır, ekmek yapar ve sofrayı hazırladıktan sonra oğluna seslenir.

       Oğlum, sofra hazır haydi gel de kahvaltını yap der ve şunu da ilave eder. “Yazık sabahtan beri türkü söyleyerek, bizi eğlendiren ve hoşça vakit geçirmemizi sağlayan o zavallıyı da çağır, çenesi düştü, gelsin de bir iki lokma da o yesin” der.

       Bir diğer anektod, “Anadolu insanının coğrafi yön bilgisinin olmadığı yıllarda Harranlı biri askere Trakya’ya gider. Askerliğini bitirdikten sonra evine döner. Bütün tanıdık ve komşular ziyaretine gelir. Askerlik anıları anlatılmaya başlar. Misafirlerden biri, askerden yeni dönen gence, askerliğini nerede yaptığını sorar? Asker Öbür tarafta der? Bu cevabı misafirlerden biri, öbür dünya olarak anlar ve sorular sorar? Toplumda bir kaynaşma olur. Soruyu soran sen nasıl öbür taraf(ahiret)’ta askerliğini yaptın?

      Bu nasıl bir şey sen öldün de dirildin mi? diye sorar. Konu anlaşılmaz olunca misafirlerden biri durun şimdi anlarız diye askerden yeni dönen gence sorar. Yavel seni bir vapura bindirdiler değil mi? Der. Asker vay Allah senden razı olsun tam öyle, vapur hareket edince, denizin ortasında etrafına baktın, her taraf su değil mi? Evet der. O zaman o şahıs arkadaşlar bu Anadolu yakasından Rumeli yakasına gemiden geçtiğini öbür taraf olarak demek istemiş, yoksa ölüp dirilme gibi bir durum yok. Deyince durum anlaşılmış.”

       İşte bu insanları eğitmek üzere açılan eğitim kurumları Eğitmenler rehberliğinde hizmet vermeyi başlatmış, ancak Türk aydınlanma çağının meşalesini taşıyan bu insanların yetiştiği Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi güzide  kurumlar ne yazık ki, sonradan siyasete kurban edilerek kapatılmış, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu işlevlerini yitirmiş, böylece Türk toplumunun bilim toplumu olarak gelişmesi sekteye uğratılmıştır.

     Ne ilginçtir ki, bu kurumları kapatan siyasi partimizin adı da her ne kadar siyasi tarihimizde  “Demokrat” parti olarak biliniyorsa da, o günün Türk insanının kafasında “Demirkırat” parti olarak yer etmiştir.  

       İşte böylesi bir dünya görüşüyle ulusal bilinçlenmeyi hedefleyen Halkevleri ile üretime yönelik eğitimi öngören Köy Enstitüleri kapatılarak toplumun çağdaşlaşmanın önü kesilmiştir.

    “Şefik Arif’e hazırlatılarak, 1925 yılında T.C. Sıhhıye Muavenet-i İçtimaiye Nezareti’nce yayınlanan Urfa Vilayeti, Urfa’nın Osmanlı’dan, Cumhuriye’e geçiş yıllarına ışık tutan önemli bir kaynak niteliğindedir.

     Türkiye Cumhuriyeti, Urfa’da mevcut okullara ilaveten yeni okullar açarak, eğitimi geniş halk kitlelerine yaymayı hedeflemiştir. Kaynağımızda; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçildiği yıllarda Urfa’da faaliyet gösteren okullar, bu okullardaki kız, erkek öğrenci sayıları ile Öğretmen sayıları aşağıda belirtildiği şekilde verilmiştir:

      Urfa Merkez, İlkokul, 140 erkek öğrenci, 14 muallim;

      Urfa Merkez, İlkokul, 30 öğrenci, 7 muallim;

     Erkek Vatan Mektebi, 123 erkek öğrenci, muallim;

     Erkek Turan Mektebi, 123 erkek öğrenci, 7 muallim;

     Urfa Erkek İrfaniye Mektebi, 81 erkek öğrenci, muallim;

     Urfa Kız Mektebi, 93 öğrenci, 4 muallim;

     Cerin Merkez Köyü, 18 erkek öğrenci, 1 muallim;

    Kısas Köyü Mektebi, 8 erkek öğrenci, 1 muallim;

    Yaylak Köyü Mektebi,  30 öğrenci, 1 muallim;

   Höyük Köyü Mektebi, 31 erkek öğrenci, 1 muallim”4      

    Mehmet Ataç; Urfa Halkevi’nde uzun süre ağabeyi Mustafa Ataç’la, “Şanlıurfa Halkevinde uzun süre müzik toplantılarına katıldı. Ve 1978 e kadar birçok esere imza attı. Eserlerini Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Zeki Müren gibi ünlü sanatçılar okudu.

 Şanlıurfa Halkeviyle çeşitli zamanlarda Ankara’ya, İstanbul’a gittiler. İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün huzurunda konser verdiler.”

   “Urfa’da sanat ve edebiyatın en canlı olduğu, bir nebze de olsa halka indiği dönem Halkevlerinin faaliyette olduğu dönemdir. Birçok Urfalı sanatçı Halkevlerinde yetişmiş veya sanatla orada tanışmıştır. Halkevleri resim, tiyatro, şiir şöleni, konferans, konser, panel düzenlemiş, sergiler açmış, halkın kurslara katılımını sağlamıştır. Urfa Halkevinde sanatsal çalışmalarda bulunmuş, daha sonra kendi alanlarında eserler bırakmış sanatçılardan bazıları Ressam Mustafa Ayataç, Şair Hulusi Kılıçaslan, Halil Gülüm ve A. Naci İpek…”5

     ‘Urfa Halkevlerinin 1935 yılında 72 piyes, 32 konferans, 147 müzik, balo sergi vs. olmak üzere 201 kültürel etkinlik göstermiştir. Yine bu tarihlerde Dil, Tarih ve Edebiyat alanında 169, kütüphane neşriyat dalında 52, Güzel Sanatlarda 166 ve diğer dallarda 492 üyesi bulunmaktadır.* 1935-36 yılında 33 bayan, 965 erkek olmak üzere toplam 998 üyesi bulunan Urfa Halkevi yüzlerce etkinlik yapmıştır.’

     Urfa’daki sanat ve edebiyat ortamını göstermesi açısından önemli olan bu istatistiksel rakamlar, bize o dönemin kültür düzeyi hakkında fikir vermektedir.”6.

      Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü mezunlarından Kısas köylü Murat Sefer Öztürkmen’in vefatı üzerine ailesine vefa örneği olarak Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü şu ifadelerle baş sağlığı diler.

T.C.

Milli Eğitim Bakanlığı

İlköğretim Genel Müdürlüğü

 

Sayı: Şube: 3: 243. 00 (6-128) 743434                                                  Ankara 30 Aralık 1971            

Konu: Sefer Öztürkmen’in vefatı Hk.

                                 Urfa Valiliğine

İlgi: 21.12.1971 tarih ve 14494 sayılı yazınız k.

      İliniz Merkez İlçesi Sırrın köyü İlkokulu öğretmeni Sefer Öztürkmen’in vefatını teessürle öğrenmiş bulunuyoruz.

     Adı geçenin kederli ailesine taziyelerimizin duyurulması hususunda gereğini rica ederim.”

     Aslı gibidir.                                  Abbas Dülger                             Milli Eğitim Bakanı A.

     3.Şubat.1972                             İlköğretim Müdürü                           Sait Mehmetoğlu

     Mühür İmza                                Aslının aynısıdır                         İlköğretim Genel Müdürü

     Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk ve çağdaş düşüncenin öncüleri Eğitmenlerimizin ruhları şad olsun.

1- Ahmet İlyas, “Türkiye’de Ulus-Devlet İnşa Sürecinde Urfa 1923-1950” ,Çizgi Kitabevi, Konya, 2017, s.77; Cumhuriyet, 24 Şubat 1934;BCA, 490.1.0/884.339.2

2- Mevlüt Kaplan, ”Aydınlanma Devrimi ve Köy Enstitüleri” ,T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları:832,Ankara, 2002, s.19-20;* CHP Genel Sekreterliği yapmış Adnan Menderes tabanın baskısıyla köy enstitülerini kapattırır.

3- Dr. Emine Kısıklı, “Urfa Vilayeti” İsimli Eser Çerçevesi’nde Urfa’nın Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş Yılları” ,Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Yıl:8, Sayı: 22, Mayıs 2015, s.16-18                                                                              

*O günün yoksulluğunu anlayabilmek için kısas köyünde “sacda ekmek yapan bir anne, (Hayrullah Karabulut’un annesi) oğlu gelip ekmek ister. Anne oğlum dur, bunu küçük kardeşine pişirdim, bunu ona verip, sana da yapayım, der. Oğlan ise sen onu bana ver. “Ben öleceğime kardeşim ölsün der.” İşte bu açlık, sefalet ve kıtlıkta, Osmanlı sarayında günde 60 kuzu kesilirken, Türk insanı aç, cephelerde savaşan askerlerin tayını küflenmiş, Çanakkale de yaralananlar, İstanbul Haydarpaşa limanına getirildiklerinde Talat Paşa güverteye çıkar, bu askerlere ancak, birer portakal ikrâm eder. İşte Cumhutiyet böyle kuruldu.

4- Abdullah Balak, “Urfalı Bestekârlar Mehmet Ataç” ,Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, 2008, s.25

5- Haz: Yrd. Doç. Dr: A. Cihat Kürkçüoğlu - Müslüm Akalın - Öğr. Gör. S. Sabri Kürkçüoğlu - Selâhaddin E. Güler, “Şanlıurfa Uygarlığın Doğduğu Şehir” ,Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı Yayınları.27, Ankara, 2002, s.245;Urfa Halkevlerinin 1 Yıllık İş Sayımı, 1936       

6- Haz. İzzet Aran, “Urfa’da Bir Kültür Diyarı Kısas” ,Color Ofset Matbaacılık, İskenderun, 2014, s.54

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı