Advert
Advert
Alevi - Bektaşi Anayasası: “Eline, diline, beline sahip ol”
Aşir Kayabaşı

Alevi - Bektaşi Anayasası: “Eline, diline, beline sahip ol”

Reklam

Alevi-Bektaşi edebiyatı, kültürü ve inancı özgün sözcük, atasözü ve deyimlerle dolu olup, simgesel olarak üç harf, üç kelime veya üç cümle ile zahirî ve batınî anlamlar içererek ifade edile gelmiştir.

     Türk tarih, kültür, tasavvuf ve mitolojisinden kaynaklanan bu deyim, kavram ve atasözlerini Horasan Erenleri yaşamın her alanını simgeler içerikte hem göze hem de gönle hitap ederek “aynayı tuttum yüzüme, âli göründü gözüme”, “hep ikilik birlik için, bak iki göz bir görüyor”, “ete, kemiğe büründüm, yunus diye göründüm” gibi zahirî ve batınî anlamda (ali sırrı) olarak vurgulamışlardır.

     “Türklerin geçmişini aydınlatmak uğrunda ömür tüketen şarklı, garplı çok bilginler var. Bunların bu yolda yaptıkları araştırmaların sonuçlarına göre “Küçük İl” denilen ilk Türk göçebe devleti dört aşiretin, bir daire altında toplanmasından meydana gelmiştir. O zaman Türklerin dini Şamanlık idi. 

      Bu dinin akidelerine göre dünyanın dört ciheti semanın yani Büyük Tanrı (Ongan)’nın dört oğlu tarafından idare edilirdi. Bu dört Tanrı’dan, Kuzey “Karahan’ın, doğu Gökhan’ın, güney Kızılhan’ ın, batı da Akhan’ın hükümleri altında bulunuyordu.

      İşte Anadolu Alevilerinin dört kapısı, bu dört Tanrı’dan daha doğrusu onlar tarafından temsil edilen ve ilk Türk devletini kuran dört boy’dan, başka bir şey değildir. Kızılbaş meydanları da o aşiretlerin halk meclisleridir.

       Alevi zümreleri İl devleti denilen ilk Türk göçebe devletini kanunlarıyla, nizamları, örfleriyle, meclisleriyle Osmanlı İmparatorluğu yıkılıncaya kadar yaşatmışlardı. Her Alevi köyü müstakil bir hükumet halinde idi. Bu hükumetlerin tek maddeli bir ana yasaları vardı: “Eline, diline, beline hâkim olmak.”

      Ayin-i Cem’lerde İl devletinin tabiyetine kabulde, *“Alaca değneği” öptürmek, onun altından geçmek suretiyle de bu törene dinî, kudsî bir mahiyet verilmiş olurdu.

      Bu alaca değnek, Oğuzlar’ın sağ ve sol kollarını teşkil eden “Bozok” larla “Üçok” ların “ok” larından başka bir şey değildir. Onun üç boğumu da “Gün Han, Od Han, Gök Han” adlı Tanrılara işarettir.

      İlin bir manası da “barış” tır. Şu hal de İl Devleti sulh devleti demektir…”1. Buda Hacı Bektaş-ı Velî’nin “güvercin donu” simgesinden anlaşılır.

        Merhum Cemal Bardakçı’nın yukarıda işaret ettiği tarihî değerler bile bazı sözcükleri aşiret ve boy olarak ifade edilmiştir ki, aslında bunlar ocak kültü ile ilgili olup, daha içeriklidir. Zira hala bu sözcüklerin zahiri anlamı izaha çalışılırken, batınî anlamları üzerinde durulmamaktadır.

     Örneğin dört kapı kırk makam inancı da görüldüğü gibi dört yöne de hâkim Tanrı inancının tarihsel olarak değişik ifadesini ortaya koymaktadır. Cem’deki değneğin ise orijini yine milli, kültürel ve inançsal bir değer olarak İslâmın yüce Peygamberi Muhammed Mustafa’nın devecisi Veysel Karani’nin asasını simgeler.

       Hacı Bektaş-ı Veli Yeniçeri Ocağının kuruluşunda: “Elinize (İl’inize) sahip oluna. Belinize sahip oluna, Oğuz’umuz sağlam ola.

       Dilinize sahip oluna Lisanı Oğuzça’dan başka dilinize girmeye, Çalap Tanrı’yı hoşnut kıla.”2

     “Yol bir sürek bin bir” deyiminde olduğu gibi tarihi süreç içerisinde Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu düsturu bazı yönler den farklı manada, içi boşaltılarak sadece “edb” sözcüğü üzerinde durulmaktadır.

      Ne yazık ki “eline, diline, beline sahip ol” düsturu Alevi-Bektaşilerce de pek üzerinde durulmayan bir konudur. Ancak bir yazarımız konuya şöyle bir açıklık getirmeye çalışmıştır:

       “Alevi-Bektaşilerin üç önemli ilkesi… Bu sözün değişik açıklama ve yorumları yapılmaktadır.  Hırsızlık yapmayacaksın. Gözünle görmediğini söylemeyecek, yalancı tanıklık etmeyeceksin. Başkasının ırz ve namusuna göz dikmeyeceksin.

    Bu yorumdan başka yapılanı ise şöyledir: “el” gerçekte “il” (yurt) demektir. Öyleyse üzerinde yaşadığın, öz yurdunu koru. Yurduna sahip olmasını bil.

     Diline sahip ol: Öteden beri kullanıp geldiğin ana, öz dilini, yurdun gibi koru. Türkçeyi yaşat ve egemen kıl. Dilinin bozulmasına, başka dillere karışmasına ve yozlaşmasına olanak tanıma.

           Beline sahip ol: Senin belinden geldiğin ataların ve köklü bir soyun var. O soyun süreğen kılınması için çoğal. Çoğaldıkça soyun da genişleyecek ve toprağınla, dilinle, halkınla yaşayacaksın. Bunlardan hiçbirine sahip olmazsan başkalarının tutsağı olursun. Genelde bu atasözünün yakın açıklaması birinci biçimiyle yapılmaktadır.

      Her ikisi de oldukça usa yatkındır. Ama ikincisini de hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Özünde, bu sözün açıklamasının böyle olması da gerekmektedir. Bu söz, dikkat edilirse kendi içinde, kendine özgü bir uyak ve güçlü bir öğüt olduğunu göstermektedir. Görüldüğü gibi burada üçleme vardır ki Allah - Muhammed - Ali ile simgelenmektedir.

       Bunlardan herhangi birini yerine getirmemek, bu üç önemli unsura hakaret etmek demek olur.”3

           Bu ifadelerin özünde “yurduna, milletine ve diline sahip olmak” vardır ki, bunun eğitim meclisi de ayin-i cem”dir.

      “Anadolu’daki Alevi denilen zümrenin Osmanlı devletini, hükûmetlerini tanımamalarının, kendi aralarında meclisleri, kanunları, örfleri, âdetleri ile “il devleti”ni yaşatmalarının ikinci mühim sebebi de mezhep ihtilafları değildir:

      Osmanoğulları’nın millî geleneklere, Türkün eski çağlardan beri alışmış, kaynaşmış bulunduğu demokrasiye, halk idaresine aykırı hareket etmiş olmalarıdır. Devlet babalığını bırakıp müstebit sultanlar şeklinde milletin başına belâ kesilmiş bulunmalarıdır.”4.

        Oysaki, “Türklerdeki “Velayet-i Pederâne” (Baba gibi koruyuculuk) sıfatı Büyük Selçuklu Sultanları’nda da mevcut olup* devletin başında milletine karşı baba mevkiinde bulunmaları onlara bu göçebe Oğuzlar’a yurt bulmak vazifesini yüklüyordu.”5

       İşte Hacı Bektaş-ı Velî’de bir boy ve ocak Beğ’i ve aynı zamanda baba olması nedeniyle, göçerlere yurt bulma görevini yerine getirirken, onlara yurdun önemini “İl” ne sahip ol düsturu ile vurgulamıştır. Mevlâna Hazretleri, “Ne olursan ol, gel…” derken, Hacı Bektaş-î Veli, “Yolumuz; ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur.” Kendini düzelt de gel. Der; Yunus Emre, “Sevelim, sevilelim; bu dünya kimseye kalmaz.” Düsturuyla barış baş tacı yapmıştır.

     Hacı Bektaşî Veli ise oldukça bunalımlı bir dönemde tüm Anadolu’ya, “Bu yurtta Türkçe konuş, Türkçe sev ve Türkçe yakar.”6 düsturuyla de Türk dilini cem ayininde yaşatmıştır.

   “Anadolu Devlet-i Selçukiyesi’ne Osmanlı namı verilirken, Türk milleti unutuldu. Türk an’aneleri tekmelendi. Türk fikri istihkar* edildi. Bu tahribat Osmanlı hükümetinin menşe ve gayesi edildi. O dakikalara kadar Türk olan millete, başka milliyet verilmek isteniyordu. Zaten islamiyet tesiratı altında muzdarip olan Türk, bu yeni tazyiklerle daha ziyade faaliyetten içtinap etmeye başladı. Onun zekâsı akamete mahkûmlaştırılmak isteniyordu.

      İşte Türk’ün mazisi çelik perde ile örüldükten sonra onu Viyana Surlarına gönderdiler. Yeni bir an’ane tesis edebilmek için altı asır harp ettirdiler.

      Lisanın şekli... Türk ruhunu tebdil etmek isteyen Osmanlı Edebiyatı, Türk lisanını da daire-i tecavüzüne ithal etmiştir. Bugünkü Türk lisanı, dünyanın hiçbir memleketinde tesadüf edilmeyen bir ucubedir. 

     Bu lisan, Türkî midir? Arabî midir? Farsî midir? Bunu hiç kimse anlamayacaktır. Zira bu üç lisanın kavaidi Türkçede dahildir.

    Cemler, terkipler, tesniyeler, müzekkereler, müennesler, fiiller her şeyi görebilirsiniz. Fakat yekvücut bir şey göremezsiniz! Halbuki lisan, “bir şeydir” ruhun ihtiyacını, ihtilacını* gösteren birtakım sadalardan ibarettir. Bilfarz insan nefes alırken burnundan bir seda çıkarır.

     Bu seda, nefesin şeklidir. Bu meseleyi kalbe, dimağa irca* edelim: Kalp hareket ederken nefes gibi bir seda çıkarıyor. Buna lisan diyoruz. Türk’ün de kalbi “kırmızı bayrak” diyor Evvela rengi, sonra bayrağı görüyor.”7.

      İşte Alevi-Bektaşi ozanlarının dizelerindeki duygu ve mehter köslerindeki coşku dudaklardan fışkıran sedaya “nefes” denilir.

     “İstanbul’un zaptından sonra, Fatih Sultan Mehmet Han medreseleri açınca, İstanbul’a Arap Uleması (?) akın etti. İstanbul’a gelen bu Arap uleması ırklarına has davranışlarla kısa zamanda, din perdesi arkasında çalışmaya başlamışlar ve devlet erkânına tesir ederek mühim mevkileri ellerine geçirmişlerdir. Bundan sonra da yavaş yavaş ve daima din perdesi arkasında olmak üzere Türkleri Türk âdet ve örflerinden uzaklaştırdılar. Arapça ve Farsça kelimelerle Türk dilini de değiştirdiler.   

      “İslamiyet kavmiyeti reddeder” parolası ile Türklük bir kenara itilip Arap âdet ve örfleri muteber sayılmaya başladı. Bu arada çok sık işlenen bir parola vardı: Arap kavmi kutsaldır (kavm-i necip) dendi. Bugün bile, herhangi bir kimseye “nesin?” diye sorulduğunda, “Türküm” diye cevap vermesi gerekirken “Müslümanım” diye cevap vermesinin sebebi hep bu telkinlerdir.”8.

          Bunu yaparken de Türk sinema filmlerine konu olan sarayın mutfağında, “çevir kaz yanmasın, padişah uyanmasın” sloganı ile de işlerine gelmeyen padişahların da kuyusunu kazmaya başlarlar.

      Mustafa Kemal Atatürk’ün, Osmanlı’nın Türk’e; “kaba, eşek, sürü” demesine karşılık olarak, “Ne Mutlu Türküm Diyene” haykırışı ırkçı bir söylem olmayıp, “bu milletin efendisi köylüdür.” söyleminde olduğu gibi emekçiden yana, sömürücü kesim zihniyetine karşı durmadır. Bunu anlamak için Osmanlı zihniyetine bakmak gerekir;

     “Osmanlı sınıfı, kendini millet-i hâkime (Hâkim millet - egemen millet) biçiminde görür, yönettiği Türkler’e millet-i mahkûme (mahkûm millet - ezilen millet) gözüyle bakardı. Osmanlı daima Türk’e “Eşek Türk” derdi. Türk köylerine resmî bir kişi geldiği zaman “Osmanlı geliyor” diye herkes kaçardı.”9

      İşte bu nedenle olsa gerek babalar, dedeler, ozanlar gönül telini coşturan sedalarla Ayin-i Cem de okunan deyişlerde sevgi, barış ve kardeşlik temaları işlenir. Alevi-Bektaşi canlar işte bunu “nefes” ve deyişlerle dile getirmeye çalışırlar.

       Sevgi ile yaşayan toplum barış getirir ki, Hacı Bektaş’in aslanla geyiği kucaklamasındaki, ana tema ise, biri diğerinin can düşmanı aslanla-geyiği sevgi ve barış ile bir arada tutmanın mesajını verir: “Alevi-Bektaşi geleneğinde Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya meteforik olarak “güvercin donu” nda geldiği kabul edilir. Güvercin, bilindiği gibi, barış, kardeşlik ve hoşgörüyü simgeler.

      Bu durum, Hacı Bektaş Velî’nin Anadolu’ya barışçı amaçlarla geldiğinin özellikle Alevi-Bektaşi çevreler tarafından kabul edilmiş ve sözlü kültürde nesilden nesile aktarılmış biçimidir. Yine aynı çevrelerde Hacı Bektaş Velî’nin bir elinde geyik diğer elinde aslan tutan portresinin de çok yaygın olarak kullanılması, aynı şeyi ifade eder.

      Bu portrede Hacı Bektaş Velî, sağ koluyla geyiği tutmakta, sol koluyla da küçük bir aslan ı okşamaktadır. Bu portre, Alevi-Bektaşi kültürel belleğinde Hacı Bektaş Velî’nin hem şefkatini hem de gücünü simgeler.”10.

       Ayrıca, bu görüntü Hacı Bektaş Velî’nin, Dede Karğın Ocağı ile Şah İbrahim Ocağı’nın maddi hayatta geyik dersi tac takma ihtilafını barıştırdığını simgeler ki, bu yüzden Ocakzâde dedeler ile bu gelenekten gelen ozanlar, onu “yolun serçeşme”si olarak görür.

      Alevi-Bektaşiler İslam’ın yüce peygamberi Muhammet Mustafa ile Şah-ı Merdan Ali’yi “bir elmanın yarısı” gibi görürler. Değme zihinler bunu anlayamadığı için eleştirirler. Oysaki, bu benzetme peygamberimizin; “Ben ilim şehri Medine’yim. Ali de bu şehrin kapısı” hadisinin halk dilinde ifadesidir.  Aynı duygu, düşünce ve inanç Alevi-Bektaşilikte olduğu gibi Ahîlik de de aynıdır. Cem’de gözetilen ahlâkî kurallar gibi, günümüzde Urfa Sipahi Pazarının açılış Ahî duasında da “ticari ahlak kuralları” şöyle vurgulanır:

     “Ölçüde hile yapmayın, tartıda hile yapmayın, kalitesiz malı, kalitelidir diye satmayın, kefili olmadan mal vermeyin, çünkü mal hırsızlık malı çıkarsa sıkıntıya kalırsınız” temalı hatırlatmada bulunulur.

       Sonuç olarak: Elbette ki Hacı Bektaş Velî’nin “eline, beline, diline sahip ol” düsturu zahiri olarak ahlak kurallarını telkin eder. Ancak batınî anlamda da “yurduna, milletine ve diline sahip ol” ki, barış ve demokrasi yönetimi il devletine sahip olmak için, yurttaş olmayı öngörür.

      Atatürk ile Hacıbektaş Postnişini Cemalettin Çelebi Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasındaki bir görüşmesinde Çelebi’nin, Paşam, barış ve demokrasi yönetimi cumhuriyeti ne zaman ilan edeceksiniz? Sorusuna, Atatürk’ün, “Şimdilik aramızda kalmak şartı” ile ileri bir tarihte cevabı, cemde “ali sırrı” na da sadık kalınması ilkesi gibi gözetilmiştir.

      Günümüzde çağdaş hukuk sistemleri, deyim yerinde ise “Alevi-Bektaşi şairlerinin; “Asıllar da asıl nedir? Gusuller de gusül nedir? Şariatı su temizler! Hakikat da gusul nedir? sorgulamasını, adeta Hacı Bektaş Velî’nin “eline, beline, diline sahip ol” düsturunda olduğu gibi, bir Anayasa’nın da “adalet” temelinde kısa üç kelime, üç deyim veya üç kavramdan ibaret olmasını isterler.

           *****

*Ozan, “İsfehandır asıl bizim elimiz - Ördek uçtu viran kaldı gölümüz” dizelerinde “elimiz” sözcüğüyle yurdu vurgular.

* Dört kapıda: Beloğlu, Yoloğlu, İloğlu ve Gişioğlu yetişir.

*Karamanoğlu Mehmet Bey; “Bundan sonra Dergâhta, Bargâhta, Meydanda ve Sokakta Türkçeden başka dil kullanılmayacak” fermanı ile “dil”ine sahip çıkar. * Bilge Kağan; “Ben ulusumun açlarını doyurdum. Çıplaklarını giydirdim” deyimi de devlet adamının “Babalık Sıfatı” nın bir gereğidir. * Bu itibarla, Atatürk’ün; “Yurtta sulh, Cihanda sulh” ile Bülent Ecevit’in “Kıbrıs Barış Harâkatı” sıradan sözler değildir.

* Bu sağ ve sol okların CHP bayrağına “Altı Ok” olarak işlendiğini düşündürür.

1. Cemal Bardakçı, “Alevilik Bektaşilik Ahilik” , Konya Valiliği Yayınları, Ankara, 1970, s.73-74-79-80; *Bu kültürel ve inançsal köyenden süre gelen bir deyim olarak Alevi-Bektaşiler aydınlığın simgesi olarak: “Ay Ali’dir, Gün Muhhammet, Yıldız da Hacı Bektaş Veli’dir.” derler.

2- Yunus Koçak, “Tarihte Gururumuz Yeniçeriliğin Kurulması”, Çağın Polis Dergisi, Sayı: 100, Ankara, 2010.

3- İlhan Cem Erseven, “Aleviler’de Semah” , Ekin Yayınları, Ankara, 1990, s.55-56

4- Cemal Bardakçı, “Alevilik Bektaşilik Ahilik”, Konya Valiliği Yayınları, Ankara, 1970, s. 80* Günümüz ileri demokrasilerinde Anayasa çok az madde ile yazılır ki, Hacı Baktaşl-ı Velî’ bunu “Eline, beline, diline sahip ol” üç sözcükle, ancak batını anlamda şümullu bir erkân deyimiyle 13. yüzyılda belirlemiştir.

5- Oğuz Ünal, “Horasan’dan Anadolu’ya” ,Töre Devlet Yayınevi, Ankara,1980,s79;

6- Turhan Bozkurt, “Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi”, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016, s.14-15-45-61-62-63

7- Prof. Cons, “Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı? Yaşamayacak mı?” ,IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008,  s.16-24-25;* Mustafa Kamal Atatürk’ün harf İnkılabının önemi buradan daha iyi anlaşılabilmektir.

8- Hayrani Ilgar, “Sözde ve Gerçek Milliyetçilik”, Orhun Yayınları, Umut Matbaa, Sakarya, 2017, s.9-10

9- Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları”, Toker Yayınları, İstanbul, 1989, s.43

10- Prof. Dr. Harun Yıldız, “Geleneksel Algıdan gerçekliğe Hacı Bektaş Velî” Çizgi Yayınları, Konya, 2016, s.174

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı