Advert
Advert
ÜNLÜ ŞAİR FUZÛLİ VE KERBELÂ -2
Aşir Kayabaşı

ÜNLÜ ŞAİR FUZÛLİ VE KERBELÂ -2

Reklam

Ünlü Selçuklu Beyi (komutan) Süleyman Şah askeri dehaları ile Anadolu’da yurt tutmuştur ki. “Türkiye Devleti’nin kurulmasında en büyük ve en son âmil olan Kutalmışoğlu Süleyman Şah’a bütün tarihçiler tarafından Anadolu Fâtihi unvanı verilmiştir.”1.

       Bu ünlü bey Hedeteredoks İslam anlayışına sahip olduğu için “şah” unvanı ile anıldığı gibi Mısır’a bir Şii kadı atamasından ötürü de Şii olarak nitelendirilir. Ortodoks İslam anlayışını benimsemiş olan diğer Selçuklu beyleri ise “sultan” unvanını almakla kalmamış adlarını ve sıfatlarını da değiştirmişlerdir.

      Böylece Türk milli kimliği hakkında tahrifatlara yol açılmıştır. Anadolu Selçuklu devleti Farsça hayranlığı nedeniyle kendi dilleri, tarihleri, yazını ve milli kimliklerini de ihmal etmişler. Konya’da Anadolu Selçuklu Devleti kurulunca da “meram bağları” nın safahatı içerisinde ilk önce sultanların adı ve sıfatları Farsileşmiştir:

      Alaad+din Keykubat, Gıyased+din Keyhüsrev, İzzed-din Keykavus vb. isimler alırlar ki, Fuzuli’nin de Farsça şiir yazmasına bakarak, Fuzuli’nin Şii olarak nitelendirildiği gibi, Selçuklu sultanlarının da İranlı olduklarını düşünebilir bir durum yaratılmıştır. Buna bir de devletin yazı dili Farsça olunca gayet tabiidir ki, Fuzuli de bir dönem şiirlerini Farsça yazmıştır.  

        Ancak Fuzuli’nin büyün söylemleri Alevi-Bektaşi felsefesinde, Hacı Bektaş Veli’nin “yetmiş iki millete bir nazarla bakmak” sözü insanın kendisini başkalarından üstün görmeyi reddederek, eşitliği öngören bir düşünce olarak ozanlar tarafından hep dile getirilir. Fuzuli de bu ilke doğrultusunda millet ayrımı yapmaz ve kendini yüceltmeden Hz. Ali gibi nefsini toprak etmişliği seçer, eserlerini şiir diliyle mahlasını da “Fuzuli” olarak seçişiyle bunu teyid eder.

     “Fuzûlî, Farsça Divanı’nın önsözünde “Fuzûlî” mahlasını niçin seçtiğini anlatır. Şiire yeni başlarken kendisine bir mahlas bulmak için günlerce düşündüğünü, sonra beğendiği her mahlası başkalarının da almış olduğunu görerek şöyle der:

     “Başkası ile ortak bir mahlas kullanır da şiirde başarısız olursam bana yazık olur. Eğer ben başarılı olursam mahlasdaşıma zulüm etmiş olurum”. Böylece o, kimsenin beğenemeyeceği “Fuzûlî” mahlasını almıştır.

      Fuzûlî kelimesinin bir anlamı bir anlamı ulûm ve fünûn vezninde fazlın (erdemlilik, olgunluk) çoğulu olduğu gibi, ikinci anlamı da halk dilinde “fodul, edebe aykırı hareket eden, arsız” demektir.

       Bu anlamların her ikisinin de kendisine uygun düştüğünü şöyle anlatır: “Bundan daha edebe aykırı bir şey olabilir mi ki, ben yüksek âlimlerle oturup kalkmadığım, padişahların himayesinde yetişmediğim, başka memleketlere seyahatten nefret ettiğim halde naklî mübaheselerde âlimlerin hükümlerine itiraz eder, naklî meselelerde fakihler arasında ihtilaflı meselelerin asıllarını ayırt etmek iddiasında bulunur, edebî ilimlerde hüsn-i ibare (ifade güzelliği) hakkında mübahase ve uslûp güzelliği hususunda münakaşaya girişirim. Bu hareketim her ne kadar haddini bilmezliğin son derecesini gösterirse de Fuzûlî’nin kemaline de bir işarettir.”2.

       Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, “Türk-Oğuz Büyüklerinden biri olan Bayat aşireti: muhtelif Oğuz muhaceretleri esnasında Türk ana yurdundan, batıya, şimale ve cenuba doğru yayılmıştır.

      İşte Fuzûlî bu suretle Kerbelâ’ya yerleşen bu göçer Bayat ailelerinden birinin çocuğudur. Türk ırkının Irak-ı Arab’da Fuzuli gibi bir Kerbelâ (Kerb ve belâ) çiçeği açmasını gayet tabii görmek zaruridir.

      Bütün bu yazdıklarımız gösterir ki: bu nadide sanat çiçeğini başka soylara mal etmek hususundaki iddialar, bir deplantation gayretinden başka bir şey değildir.” Der, ve    

   

       “Fuzuli’yi kendilerine en çok mal etmeye çalışanlar Bektaşiler’dir. Seyahatlerim sırasında müellifinin anlattığına göre kendisiyle orada bu hususta konuştuğu Dede Efendi, yeniden yaptırmakta olduğu türbeden bahsederken: “Türbe esasen bu dergâhın beş yüz sene evvel ilk malik ve bânisi olan Bektaşi Şeyhi Abdülmüminin Dedenindir.

       Fuzuli merhum da vasiyeti üzerine Şeyhin yanına defnedilmiştir.” Dediği gibi: “Bu büyük şair dergâhımızın büyüklerindendir. Burada yaşamış, tekkenin çerağ-sûzunu olmuş” demiş ve böylece Fuzuli’nin Bektaşiliğine âdeta tarihi bir mahiyet verilmek istenmiştir. Vaktiyle Fuzulî, her akşam Makam-ı Hüseyine çerağ takdim eder, makamın kapısında bekleyen seyyidler bu çerağdan ellerindeki mumları yakarlar ve önde o olmak üzere hep Merkada girip şamdanlara mumlar dikerler, sonra da dua ederlermiş. Çerağ makama gitmezden evvel başka bir ışık yanmazmış. Bu asırlardan beri böyle sürüp gidiyormuş.”3

      Peki, Fuzûlî’nin bu düşüncesindeki duygu, düşünce ve inancı ne idi, diye sorduğumuzda karşımıza bilinmezlik ortaya çıkar. Daha doğrusu, onun kimliği ve inancı bilinçli bir şekilde ifade edilmez, bir belirsizlik durumu yaratılarak, onu İranlı göstermek kolaycılığına kaçılarak milli kimliği göz ardı edilerek, inancı da Şii olarak nitelendirilir.

      Anadolu Alevi-Bektaşi inancında hizmet esas düsturdur. Bu itibarla çerağ uyandırma hizmetinin piri Cabir el-Ensardır, “Dede himmet, oğlum hizmet”, deyimi cem erkanında 12 hizmet erinin de fonksiyonel olarak ayrı ayrı hizmetleri yerine getirme görevleri vardır.

      İşte bu hizmet düsturunu kendisine temel ilke olarak kabul eden ünlü şairimiz Fuzûlî ömrünü Hz. Hüseyin’in türbesine hizmete adamış, ömrünün sonunda da orada defnedilmesini vasiyet etmiş inançlı, Alevi-Bektaşi yedi ulu ozanlarından birdir.

      “Fuzuli’nin 1504 yılında Kerkük’te doğduğu Bayat aşiretinin “Karyağdı” soyundan gelen Molla Süleyman’ın oğlu olduğu, babasının ölümüne kadar Bağdat ve Hille’de kaldıkları söylenmektedir. Bazı karinelere göre ise Fuzuli, 1480’de Musul’da doğmuştur. Bir başka görüşe göre de Fuzuli Bağdatlıdır (1495-1556), orada doğdu, orada öğrenim gördü, orada büyük üne kavuştu.

     Azeriler onu kendilerinden sayarlar, kanıt olarak da dilinin anlatımsal özelliğini gösterir. Fuzuli’nin dili Azeri ağzıdır, bu doğrudur, ancak Türk yazınının “Azeri” diye nitelenmesi yanlış. Onun dili çağının Türkçesidir, işlediği konular, içinde bulunduğu İslam topluluğunun ortak ürünlerini oluşturur.”4.

  “Esasen Fuzuli’nin kendisi de Türkçe ve Farsça Divanlarının önsözlerinde bunu açıkça belirtir.

  “Ey feyz-resân-ı Arab u Türk ü Acem

Kıldun Arab’ı efsah’ı ehl-i âlem

 İtdün füsehâ-yı Acem’i îsî-dem

Men Türk-zebandan iltifât eyleme kem”

      “Ey Arab’a, Türk’e ve Acem’e feyz bağışlayan (Tanrı), Arab’ı dünya halkının en fasihi, İran fasihlerini İsâ nefesli yaptın. Dili Türkçe olan benden de yardımını eksik eyleme.”5. Âmin der.

*****

1- Oğuz, Ünal, “Horasan’dan Anadolu’ya”, Töre Devlet Yayınevi, Ankara, 1980, s.207

2- Prof. Der. Hasibe Mazıoğlu, “Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler”, Kültür Bakanlığı Yayınları: 675, Ankara, 1992, s.4

3- Prof. Dr. Abdülkadir Karahan, “Fuzuli Muhiti, Hayatı ve Şahsiyeti”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 1093, Ankara, 1995, s.174-148-149; HS, İbrahim Halil faslı, s.26.

4- İsmail Özmen, “Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi”, Cilt:3, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları:2063, Ankara, 1998, s.357-358-359

5- Prof. Der. Hasibe Mazıoğlu, “Fuzûlî ve Türkçe Divanı’ndan Seçmeler”, Kültür Bakanlığı Yayınları: 675, Ankara, 1992, s.3

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı