Advert
Advert
Alevi- Bektaşiler’e “Mum Söndü” İftirasının Tarihsel Kaynağı:  I
Aşir Kayabaşı

Alevi- Bektaşiler’e “Mum Söndü” İftirasının Tarihsel Kaynağı: I

Reklam

Türk Beylikleri Anadolu’da kurdukları devlete “Devlet-i Ali” adını verdi. Zamanla “Devlet-i Ali Osman” oldu, bu da yetmedi “Osmanlı” oldu. Paytahta da zamanla hâkim olan Emevi zihniyeti, İslâm alemini bölerek yaratılan “mezhep” ayrımı sonucu, İslâmın o güzelim hoşgörüsü yok oldu, Müslümanlar birbirini hor görmeye, dışlamaya hatta kırmaya başladı.

      16. Yüzyılda Şah İsmail’in İran’da kurduğu Safaviler Devleti’nin resmi dili Türkçe idi, ibadetlerini de Bektaşi öğretileri doğrultusunda kadın-erkek katılımı ile Türkçe yapıyorlardı.

     “Sünni mezhep ve tarikatların hiçbirinde kadın ve erkek birlikte ibadet etmez. Yalnız dini törenlerde değil, dindışı toplantılarda da bile -haremlik-selamlık diye iki bölüm vardır. Kadın haremlikte, erkek ise selamlıkta oturur.

       Alevilerde ise kadın, erkek beraber otururlar. Çünkü kadın-erkek ayırımı yoktur. Olayın aslını bilmeyen kimi gericiler ise, “Aleviler Mumsöndü yapıyorlar” diyerek, namus ehli bu insanlara iftira etmektedirler…

      Alevi töresinde, ibadet toplumsaldır. Ayin Cem (Ayin-i Cem) insanların, kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın, gönül birliği ile bir araya toplanıp yakarmasına denir. Cemler kurallara bağlı dinsel törenler olduğu için, bunlara yabancı kimse alınmaz. Böyle olunca da gerici kesimler, Aleviler için “Mumsöndü” yapıyorlar gibi yalan ve yanlış iftiralarda bulundular.

      Lütfi Kaleli, “Kimliğini Haykıran Alevilik” adlı kitabında, “Olayın aslının Peygambere kadar uzandığını belirtmekte ve şöyle demektedir.

      “Bu olayın aslı taa Hz. Muhammed’e ve O’na inananların birlikte yaptıkları gizli toplantılara dayanır: İslamiyet’in ilk yıllarında taraf bulmak ve çoğalmak pek kolay bir iş değildi. Kent yaşamında egemen olan Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan’lar Hz. Muhammed’in baş düşmanıydılar. Bunlardan Ebu Leheb için Tanrı’nın bedduası bile vardır.

      Hz. Muhammed’e tahammül edemeyenler ve İslamiyet’i kabullenmeyen bu putperestler, inananlara yaşama hakkı tanımıyorlardı. Astıkları astık, kestikleri kestikti. Hz. Muhammed’i ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. İşte bu baskıcı ortamda kent içinde ve kent dışında, özellikle Hıra Dağı’nda yapılan ve aralarında Hatice ile Fatima gibi kutlu kadınların da bulunduğu gizli toplantılar, inanmayanların iftiralarıyla çökertilmek isteniyordu. Yani, Hz. Muhammed ve O’na inanlar, inanmayanlarından gazabından kurtulmak için gizli yaptıkları bu ibadet, “Meşveret” (söyleşi-dayanışma) toplantılarından dolayı “ana-bacı” tanımıyorlar” gibisine akıl almaz biçimde suçlanıyorlardı.”1

      Bu mumun Alevi-Bektaşi ayin-i cemi’ne giriş sebebi ise karanlığa ışık tutma simgesi olarak Peygamberimizin sancaktarı *Cabir-i Ensar’ın “çerağ” (delil) uyandırma hizmetine dayanır.

      Cabir-i Ensar’ın Urfa ile ilgisine baktığımızda “Cabir El-Ensar; 607 yılında Mekke’de doğmuş, 697’de de Medine’de ölmüştür. Peygamberimiz ile birlikte savaşlara katılmış, Şam’ın, Harran’ın ve Urfa’nın fetihlerinde bulunmuştur. Cabir El Ensar Türbesi (Harran) Şanlıurfa İli Harran ilçesine 20 Km. uzaklıktaki Cabir El Ensar (Yardımcı) Köyü’nde Cabir Bin Abdullah (Cabir El Ensar) Türbesi ve camisi bulunmaktadır. Bu türbenin makam olması kuvvetle muhtemeldir.”2

      Çerağ (delil) duzı’nda, cem katılımcılarına, muratları hasıl, gönülleri aydın, Hızır yoldaş ve haldaş’ları, cemde çerağ-ışık eksik olması temennisi ile Cabir-i Ensar’ın hizmeti kabul olması için Allah’ın “Hû” adıyla Türkçe himmet dileğinde bulunulur. Bu cem ayini, başlangıçta gizli yapılırdı.   

      Hz. Peygamber’i rehber alıp, Muhammedî İslam’a göre Hıra Dağı örneğini, Dergâhların da yaptıkları “Çilehane” de ibadet eden Horasan Erenleri Pîri, Ahmet Yesevî zikir meclislerine kadınların da katılmasını hazmedemeyen şariatçılar, şu şaiâyı çıkardılar:

 

     “Hoca Ahmed Yesevi’nin şöhret dâiresi genişleyerek müridleri binlerle sayılacak derecede çoğalınca, muhalifleri, rakibleri de çoğalmıştı; hatta bu münafıklar nihayet ağır bir iftiraya da cür’et ettiler: Gûya Hoca’nın meclisine örtüsüz kadınlar da devam ederek erkeklerle birlikte zikre karışırlarmış. Şerîat hükümlerini muhafazaya şiddetle riâyet eden Horasan ve Mâverâü’nnehr âlimleri, bilhassa müfettiş göndererek bu şâiyanın doğru olup olmadığını tahkik ettiler. Tahkikat neticesinde bunun sırf bir iftiradan ibâret olduğu anlaşıldı; lâkin Hoca Ahmed Yesevî, onlara artık bir ders vermek istedi:

      Bir gün müridleri ile birlikte bir mecliste otururken, mühürlü bir hokka getirtip ortaya koydu. Bütün cemaata hitâbederek dedi ki: “Sağ kolunu, bülûg gününden bu yana kadar avret uzuvlarına hiç değdirmemiş evliyadan kim vardır? Hiç kimse cevap veremedi.

      Derken, Şeyh’in müridlerinden Celâl Ata ortaya geldi. Hoca Ahmed Yesevî, hokkayı, onun eline vererek o vasıtayla, müfettişlerle birlikte Maveâü’nnehr ve Horasan memleketine gönderdi. Oralarda bütün âlim ve şeriatçılar birleşerek hokkayı açtılar: İçindeki pamukla ateş hiç birbirine te’sir etmemişti ne pamuk yanmış ne de ateş sönmüştü.

      O vakit, Hoca’dan şüpheye düşerek müfettiş yollamış olan âlimler, onun kendilerine vermek istediği dersin manasını bütün açıklığı ile anladılar. Eğer, erkek kadın bir ehl-i hak meclisinde beraber zikr ve ibadete devam etseler bile, Ta’âla, onların kalblerindeki her türlü kin ve düşmanlığı yok etmeğe muktedirdi. Bunun üzerine hepsi fevkal’âde utanıp korktular ve hediyeler, adaklarla kabahatlarını afvettirmeğe çalıştılar.”3

         Yesevî zikir meclisi ve Alevi-Bektaşi ayin-i cemi’nde semah, deyiş, nefes, duaz iabadet biçimi özü itibarı ile İslama uygun mudur? Yani Kur’anî midir? Muhammedî İslama göre elbette ki uygundur. Zira, Kurân-ı Kerim Hucurat Surasi 14. Ayet-i Kerime’de; Bedevî Araplar: “İnandık” dediler. De ki: “İnanmadınız, fakat “İslâm olduk” deyin. Henüz iman kalblerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Elçisine itâat ederseniz Allah, yaptığınız güzel işlerden hiçbirisinin sevâbını size eksik vermez Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”4. Emri gönlü esas aldığından Alevi-Bektaşi cemi’nde gönlü coşturarak vecd haline getiren “saz, söz ve semah” bir cümbüş değil, gönülden ibadettir.

       Buna örnek bir duygu paylaşımını Elazığ Harput Ahengi’nde şu duygu düşünce ve yönelimde hissediyoruz:

        Alevi-Bektaşi cemi, Urfa ve “Harput musikisinde, içli bir ibâdetin çoşkunluğu hissedilir. Bir makama başlanırken, söylenen gazellerde, bir ilâhi çeşnisi vardır.  Bu anda, hiçbir istek ve işaret lüzum olmaksızın, içgüdünün sevkiyle, sazın kendiliğinden ayak tutması sonunda, göklere yükselen bir ezan gibi, yüksek havalara, yerli tabirle “Kayabaşı ve Hoyratlara” geçilir.  

       Eskidenberi dolaşan rivayete göre, bu ağır bestelerin, Artukoğulları ve Uzun Hasan’ın Harput’taki Mehter takımları tarafından çalındığı, binaenaleyh Horasan Erenleri’nden miras kaldığı, merkezindedir.”5.

      İşte bu Horasan ocaklı Alevi-Bektaşi Ayin-i cemi, Ahi Yaren Sohbetleri ve Urfa Sıra Gecesi’nde “sazın, söze, sözün sohbete, sohbetin Muhabbet’e Muhabbetin de Muhammed’e” dayandığı bu ruhu ilahiyatçı Merhum Yaşar Nuri Öztürk şöyle vurgular:

    “Samimiyet, incelik, hizmet ve sevgi üzerine oturan Bektaşî ahlakı, ne yazık ki yüzyıllar süren yıpratmalarla bir tür vurdumduymazlık, kayıt tanımazlık hatta deyim yerinde ise “ipsizlik” biçiminde tanıtılmıştır. Oysaki Bektaşi ahlakı imparatorluklar kuran, ölümsüz nefeslere kaynaklık eden bir ruh ve anlayışın ahlakıdır.”6 der.

      Diyanet İşleri Başkanlığı Eski Başmüfettişlerinden Abdülkadir Sezgin bu ahlak ilkelerini şöyle izah eder:

    1. Eline sahip olmak: El ile kimseye kötülük etmemek, kimsenin malını çalmamak, kimseye hırsızlık etmemek, kimsenin canını yakmamak, kimseyi dövmemek, kısacası; insanın eli ile yapacağı bütün işlerde ölçülü olması ve elini kontrol etmesi demektir.

   2. Diline sahip olmak: Dedi-kodu yapmamak, fitne ve fesata katılmamak, yalan söylememek ve kısaca; insanın diline sahip olması demektir.

   3. Beline sahip olmak: İnsanın nefsine tabi olması, harama “uçkur” çözmemesi, zina yapmaması ve bu yolda kendisini kontrol etmesi demektir.”7

      Böylesi ahlaki değerleri rehber edinmiş Alevi-Bektaşi yolunda, ayin-i ceme kadınların da katılımı ile anadilleriyle Türkçe ibadet yapmalarından ötürü, bu ibadet biçimine muhalif olan kesimler bu “mum söndü” iftirasını çağlar öncesinden günümüze kadar taşımışlardır.  

      *****

* Günümüzde Urfa şehir merkezindeki “Hekimdede Türbesi” nde de Sünni inanırlarca cuma akşamları sabaha kadar mum yakılır.

* 1990’lı yıllarda bir Adalet Bakanı Antalya’da hayat pahalılığını tencere çalarak, protesto eden kadınlara, “Mum söndü oynuyorlar.” diyebilmiştir.

1- Battal Pehlivan, “Anadolu’da Alevilik”, Alev Yayınları, Yön Matbaacılık, İstanbul, 1994, s.67-68-69

2- Hüseyin Dedekargınoğlu, “Dede Garkın Süreğinde Cem”, Yurt-Kitap Yayın, Ankara, 2010, s.133-253

3- Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 118, Ankara, 1976, s.33-34; Cevâhirü’l Ebrar min Emvâci’l-Bihâr, (s.82-83); * Bir TV’ programında Güner Ümit de Osmanlı Lüğatlarına işlenmiş bir iftirayı “Allah korusun kızılbaş (ensest) olmayasın” mealinde bir sözü dil sürçmesi ile ifade edebilmiştir.

4- Prof. Dr. Süleyman Ateş, “Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri”, Milliyet Gazetecilik A. Ş. Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, 1998, s.2498

5- Fikret Memişoğlu, “Harput Âhangi”, Matbaa Teknisyenleri Basımevi, İstanbul, 1966, s.9-11

6- Yaşar Nuri Öztürk, “Tarihi Boyunca Bektaşilik” ,Yeni Boyut, İstanbul, 1998, s.219    

7- Battal Pehlivan, “Anadolu’da Alevilik”, Alev Yayınları, Yön Matbaacılık, İstanbul, 1994, s.69-70

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı