Advert
Advert
Alevi - Bektaşi inancında “Ali olgusu”, “Ali sevgisi” ve “Ali sırrı”
Aşir Kayabaşı

Alevi - Bektaşi inancında “Ali olgusu”, “Ali sevgisi” ve “Ali sırrı”

Reklam

Her ulus, millet ve halkın anayasası, yaşam deneyimleri, dilleri ve inançsal kültürleri üzerine yapılandırılır. Konuya sadece Ali penceresinden baktığımızda, bir defa yüceliğin ifadesi “âli”, kavramının bir sıfat olarak Türk dili ve edebiyatında “alı” olarak varlığı dikkatimizi çeker:

      “Farsça Oğuz destanına göre; …Ali adı, eski Türkçe Al’ın Müslümanlaştırılmış bir şekli olmalıdır. Çünkü Türkmen Şeceresinin son kısmında geçecek olan Ali-ili, Orta Asya halklarının birçoklarınca Ali-ili şeklinde söylenmekte ve Rus etnograflarının birçokları da bu tanınmış Türkmen kabilesinin adını Al-ili şeklinde yazmaktadırlar. (Aristov, Zametki, s.416) Bu meselenin münakaşasını üstat Pelliot’ta yapmıştır.

      Üstada göre Türkler, bu eski Alı adlarını hemence, Arapça Ali’ye çevirdiler. (La Horde d’or, s.197.n) Bu çok önemli bir görüştür. Kubilay Han’ın meşhur Beş-Balığ’lı Uyğur generali Ali-Kaya’nın adını incelerken, biz de aynı görüşü savunmuştuk. (B.Ögel, Sino-Turcica, s.131-142)… görülüyor ki mesele, o kadar basit bir şey değildir. Metinde bir ad Ali yazılmış ise, onu hemen Ali diye okuyup geçemeyiz.”1.

        Bugün “Alı” adını Urfa Kısas köyü talipleri dışında telaffuzunu olduğu gibi seslendirecek kişi zor bulunur. Harran ovasındaki Arap vatandaşlarımız da yerel şive ile uzaktaki Ali isimli birini “Allavi” veya “Allavey” çağırır.

      Orta Asya’daki durum farklıdır. Çünkü; “Ali eski Türklerin Gök Tengri inançlarının mirasçısı”2. olup, “Tuttum aynayı yüzüme- Ali göründü gözüme” deyimiyle de içselleştirilmiş olduğunu görüyoruz.

       Peki, bu düşünce ve inançta sadece Ali mi? Var. Hayır, Ali’nin öznesinde Muhammed vardır ki, Yüce Peygamber’in bu konudaki bir hadisi Urfa’da Halilürrahman Camiin kitabesine şöyle nakşedilmiştir:

 

    “Kale nebiy aleyhisselam

      Ene medinetü’l- ilm.

      Ve Ali babuha sene:1189. Miladi 1775”3

         “Ben ilim şehri Medine’yim. Bu şehrin kapısı Ali’dir” sözüne istinaden Urfa Kısas Alevi-Bektaşiler, deyim yerindeyse, “Muhammed-Ali bir elmanın yarısı” gibidir, derler. Çünkü, Alevi-Bektaşiliğin kaynağı “Ali” dir. İşte bu kaynağın, Türk ordu ocağı’ nda çağlar sonra Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ali Okulu” projesi olarak hayata geçirilmesi sağlamıştır.

      Urfa (Şark İş) Fesadı Hanının ise Kitabesi’nde ise; “Ey kapıları açan Allah’ım, bize hayır kapısını aç yıpratıcı veba, kolera ve benzeri hastalıklardan korunmak için üflediğim beş isim var: el-Mustafa ve’l-Mürteza ve’bnahuma ve’l Fatıme” (Mustafa, Mureteza (Ali) ve onun iki çocuğu (Hasan-Hüseyin ve Fatıma’dır.”4

       Kısas köyünde ise bu sembol Hamset-el Ali Aba, beş parmakla simgeleştirilerek bir “boncuk el” bebeklerin omuzlarında “Fatma Ana’nın eli” olarak taşınır.      

          “Dabbakhane Cami Kapısının üzerinde okunamayan bir kitabe bulunmaktadır…Cami avlusuna, batıdan ve güneyden üzerleri geometrik taş süslemeli kapılardan girilir. Esas kapı batı kapısıdır. Eyvan şeklindeki bu kapının kemer taşlarında yan yana dizilmiş palmetlerden oluşan bir süsleme yer almaktadır. Her iki palmetin yaprakları arasındaki boşluklarda ters vaziyette palmetler oluşmuştur. Kapı alınlığında ma’kılı tarzında dört defa “Ali” yazılı bir rozet bulunmaktadır.”5

     Biz burada konumuz açısından bu hususların nedenlerini ve izahatını şimdilik yapmıyoruz. Ancak, Urfalı Sünni ve Alevi-Bektaşilere, yukarıdaki dört adet “Ali” rozetinin anlamı ve şehrin en eski mahallelerinden “Nur Ali” mahallesinin adı konusunda sadece düşünmelerini tavsiye ediyoruz.   

      Konuya Dedelik kurumu açısından baktığımızda Dede Korkut’un dilinde, Ali adı Şah-ı Merdan sıfatı ile inançsallaşarak duaya dönüştüğünü görüyoruz:

“Yöm vereyim;

Hanum; Ölüm vakti geldüğünde arı iymandan ayırmasun.

Ağ sakallu baban yeri uçmağ olsun;

Ağ bürçeklü anan yeri behişt olsun.

Kadir Tanrı Beyrege rahmet kılsun.

Şır-ı Merdan Hazret-i Alinün elinden ‘şaraben tahûrâ, içmek Huda erzanî kılsun.

Kadir seni nâmerde muhtaç etmesün.

Ağ alnunda beş kelime dua kılduk, kabul olsun.

Âmin âmin deyenler Didâr görsün.

Yığışdursun, dürişdürsün, günâhunuzu adı görklü Muhammed Mustafa yüzü suyuna bağışlasun.”6.

          Dua içeriğinde görüldüğü gibi Tanrı, Ali ve Muhammet ismi geçiyor. Bu nedenle Alevi-Bektaşiler Ali ve Muhammed’i; yukarıda da değindiğimiz gibi “Ali ile Muhammed’i bir kabul ederler, nedeni ise yukarıdaki hadiste belirtildiği üzere, Muhammed Medine şehri, Ali’de kapısıdır, hadisini “Muhammed Ali” sevgisi olarak simgesel olarak ifade ederler.

     Bu simgesel bir ifadedir, ancak herkes şunu bilir ki, Muhammet ile Ali aynı evde yetişmiş, kervancılığa beraber gitmiş, yollarda karşılaşılan durumlarda Ali peygamberin ne şekilde davrandığını gören, bilen ve paylaşan biri, yani, sırrına vakıftır.     

      Korkut Ata’nın babasının adı Reşidüttin’e ve Ebulgazi’ye göre Kara Hocadır. * Ata sözüne göre ise Karmış veya Kırmış adını taşıyor. * Bu ad Şecere-i Terakime’de de başka bir münasebetle geçiyor. *

       Câm-ı Cem-âyîn’ Oğuz Hanlarından Ay Kutluğ’u anlatırken, Korkut Ata’nın bu hanın lalası olduğunu söyler. Korkut Ata’nın oğlu Örgeç Dede’yi Medine-i Münevvere’ye, Halife Hz. Osman’a göndermiştir.

       Örgeç Dede, Bağdat’a vardığında Hz. Osman’ın şehit olduğunu işitip Kâbe’ye varıp tavaf ettikten sonra Rakka’da Muaviye ile Hz. Ali’nin aralarındaki ayrılığı ve savaşı görmüş ve bu savaş yatıştıktan sonra Hz. Ali’den ‘ahitnâme’ alıp gelmiştir.”7.*

         Bu “ahitname” günümüzde Alevi-Bektaşi Baba ve Dedelerin Hacıbektaş postnişinlerinden aldıkları “icazetname” dir. Böylece Türkler Orta Asya’da İslâm’ı yayma görevini “Ali” yanlısı olarak kabul etmişler ve Ali’nin Allah’ın Aslanı sıfatını da kültürlerinde var olan yiğit, cesur, kahraman sıfatlarını ihtiva eden “Alp Eren” ile özdeşleştirmişlerdir.   

         Kim ne derse desin Dede Korkut’un söylediği soylamalarındaki “yol gösterici” liği onun bir ‘Ata’, Türk Evliyâsı olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer konuya “dede”lik açısından bakılırsa, Korkut Ata; “Dedelerin dedesidir. Onun “Ata” sıfatının da Mustafa Kemal’e Ata - Türk olarak verilmesi tesadüfi değildir, yukarıdaki duası da Alevi-Bektaşi duazından farksızdır.

    “Nasreddin Ocak, Hz. Ali’nin “Tanrı Sırrı” olduğunu belirterek “ilim beldesi olan Hz. Ali’ye bir seferinde “Allah’ın sırrı nerededir? Diyerek sorulur. O da “semavi kitaplardadır” der. Tekrar sorulur “Semavi kitapların sırrı nerededir? O’da “Kur’an-ı Kerimdedir” diye yanıt verir. “Kur’an-ı Kerimin sırrı nerededir?” denilince Fatiha suresindedir der; ya Fatiha’nın sırrı nerededir denilince “Bismillahirrahmanirahimdedir der, ya besmelenin sırrı nerededir diye sorulunca “B” harfindedir, der. Peki B’nin sırrı nerededir diye sorulunca noktasındadır” der ve ekler: Ben de B harfinin noktasıyım der.

      Hz. Muhammedsiz ne Ali ne Ehlibeyt ne de yol, erkan olur, bunu bilir. Buna candan inanırlar. Onlara göre, Ali üstün yetenekleri olan, Muhammed dinine ilk inanan, din uğruna, Allah yolunda savaşlar veren, hakkı yenmiş, din yolunda şehid edilmiş bir masum ve mazlumdur, onların başıdır. Tanrının velisi ve aslanıdır. İmamdır. Kur’an’ın Batıni anlamlarını en iyi bilen odur.”8

       İslam’ın Yüce Peygamberi Muhammed Mustafa tarafından İlim kapısı olarak vasıflandırılan;

     “Hz. Ali çocukluğundan itibaren Hz. Peygamber’in evinde ve terbiysinde büyük bir mazhariyete ermiş ve hiç putlara tapmadığı için de kendisi daha sonra “Keremallahü vechehû” (Allah onu şerefli kılsın) duasıyla anılmıştır. Hz. Ali’nin künyesi Ebu’l- Hasan (Hasan’ın babası) dır. Hz. Peygamber tarafından verilen bir künyesi de Ebû Türab (Toprağa bulanmış, toprak dostu) dır. Esedullah (Allah’ın Arslanı), Haydar, Emiru’l-Müminin gibi birçok lâkabı vardır. Bunların en meşhuru el-Murtazâ’dır (Razı edilmiş)”9

      Türkler Anadolu’da Beylikler olarak yaşarken devlet kurunca devletlerinin adını “Devlet-i Ali” koymuşlar ve İstanbul Ayasofya camiine de dört halifenin isimleri dışında Hasan ile Hüseyin’in isim tabelalarını da astırarak “ehl-i beyt”e olan sevgi, saygı ve muhabbetlerini hep önde tutmuşlardır.

        Sonuç olarak; Ali sevgisi, Ali Olgusu ve Ali Sırrı, dinî ve askerî misyon yüklenmiş Horasan Erenleri ve Alevi-Bektaşi ozanları “La feta illa Ali, la seyfa illa zülfikâr” yiğitlik, cesurluk ve kahramanlık deyimini destan ve dizelerinde zahirî ve batınî anlamda “Ali sırrı” olarak ifade etmişlerdir.

      Anlayana aşk olsun!

 

*****

 

1- Prof. Dr. Bahaeddin Öğel, “Türk Mitolojisi”, TTKB. Cilt:1, Ankara,1993, s.231- 232, dipnot: 78

2- Irene Mekıoff, “Uyur İdik Uyardılar”, Cem Yayınevi, İstanbul, 1994, s.24

3- Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa Kitabeleri”, Dal Yayıncılık, Şanlıurfa, Tarihsiz, s.23

4- Doç. Dr. Abdullah Ekinci, “Soyuttan Somuta Mecma’-ül Bahr”, Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 8, Eylül 2010, s.23-24; Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa ve İlçelerinde Kitabeler”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya, 2012, s.321;

5-Cihat Kürkçüoğlu, “Dini Mekanlar Camiler”, Editör: Prof. Dr.  Yusuf Ziya Keskin, Türkiye Diyanet Vakfı Şanlıurfa Müftülüğü Yayınları, Ankara, 2011, s119-120

6- Orhan Şaik Gökyay, “Dedem Korkudun Kitabı”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 3409, İstanbul, 2000, s.152-CXVVI-VI

7- Prof. Dr. Muharrem Ergin, “Dede Korkut Kitabı I”, TDKY.: 169, Ankara, 1997, s.115; Şecere-i Terakime, Kononov Basması, s.79; Türk Dil Kurumu Yayını, ypr. 55b

8- İsmail Özmen, “Simgeler Kenti Bektaşilik Antropolojik, Etnoğrafik ve Felsefi Bir İnceleme”, Cilt:1, Matsa Basımevi, Ankara, 2000, s.312; John Kıngsley Bırge, “Bektaşilik Tarihi” Ant Yayınları, İstanbul, 1991, s.109 

9- Prof. Dr. Cemal Sofuoğlu - Prof. Dr. Avni İlhan, “Alevîlik Bektaşîlik Tartışmaları” , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları:243, Ankara, 2006, s.24 

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı