Advert
Advert
Başöğretmen Atatürk
Aşir Kayabaşı

Başöğretmen Atatürk

Reklam

Her 24 Kasım’da, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitimle ilgili evrensel düşüncesi hatırlanınca, düşünce ufkumuz genişler, içimizdeki fırtına diner, biz susarız adeta O konuşur. Dünya liderlerinin Atatürk hakkında söylediklerine kulak verince de, acaba bizde bir şeyler söyleyebilir miyiz? Derken,  söze Mustafa Kemal’in hangi erdeminden başlasak diye zorlanırız; Acaba Cumhuriyet’ten mi? Bahsetsek,yoksa konu Başöğretmenlik mi olsun? Deriz.

       Bugün yeryüzünde Mustafa Kemal gibi Ulusu’nun Başöğretmeni olan bir lider görülmemiştir. İşte bu nedenle çoğunun anlayamadığı, kavrayamadığı hatta inanamadığı Atatürk misyonu karşısında ister istemez bizim susmamız, Atatürk’ün konuşması gerektiğini düşünürüz. Çünkü bugün Japonya ve Çin’in hala beceremediği Harf inkılâbı nasıl başarıldı? Atatürk bunu ordu ocağı’nda  “Ali Okulu” projesi ile “Eğitmen” adını verdiği askeri misyonlu insanlarla nasıl başlattı ve bu sonucu nasıl aldı hayret konusudur.

       Zira, “Ali Okulu” misyonu, Yüce Peygamberimizin “Ben ilim şehriyim. Ancak, bu şehrin giriş kapısı Ali’dir.” sözündeki öngörü ile Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağına “Ay”ın aydınlatıcı simge olarak işlenmesi bir tesadüf mü? İmparatorluğun ilk devrindeki bu yücelik “Devlet-i Ali’ye” ve  “Devlet-i Ali Osmani’ye” olarak tarih sahnesine çıkmış, olan devlet sonradan nasıl sadece Osmanlı oldu?

       Buradaki aydınlatıcı simge zamanla Türk Milli Eğitimi’nin “fener alayı” törenlerinde yakılan meşalelerle temsil edilmiş ve Mustafa Kemal Atatürk “Hayatta en hakiki mürşit bilimdir, fendir.” sözüyle de duygu, düşünce ve inançta evrenselliği işaret etmiştir.

      Türk kültüründe ordu kutsaldır. Bu kutsal ocakta başlatılan bu ilk adım, eğitim sistemimizin Ali Okulu, Halkevleri ve Köy Enstitüleri Projeleri ile de insanımızın düşünce ufku açılmıştır.

        Aydınlanmaya açılan bu kapıdan “Urfa’da sanat ve edebiyatın en canlı olduğu, bir nebze de olsa halka indiği dönem Halkevlerinin faaliyette bulunduğu dönemdir. Birçok Urfalı sanatçı Halkevlerinde yetişmiş veya sanatla orada tanışmıştır.”

       16.10.2005 tarihinde pazar söyleşisi programına konuk olarak katılan İbrahim Tatlıses’in, biyografisini sunan Güneri Civaoğlu; Okuma-Yazmayı askerde öğrenen” Tatlıses derken, Türk Ordusu’ nun “Ali Okulu Projesi” nin önemi kendiliğinden ortaya konur. Tabii ki, okuma-yazmayı askeriyede öğrenen ses sanatçıları, Tatlıses ile sınırlı değildir.

        Günümüzde okuduğu eserleri ile yurdumuzun bir numaralı “Gazelhan“ı merhum Urfalı Bedih Yoluk (Kazancı Bedih) ise okuma-yazma’yı nasıl öğrendiğini şöyle ifade eder.

         “Adı Soyadı         : Bedih yoluk

           Yaşı                    : 68

           Öğrenim durumu: Okur Yazar

           Konu                   : …Çocukluk ve askerlik hatıraları

                                       : Okuma Yazmanız varmı?

          Gece mektebine getmışıh o kadar. O zaman yani ne ohılı? bizim kimin 10 Urfalı esnaflar, bele yetişenler askerde gece mektebleri olurdı. Onlardan oldu.” Der. 

         Cumhuriyet’in yurttaşları bunu nasıl başardılar. Dil ve Tarih bilimcilerin bile hayrete düştüğü bu konularda.

        Bir Başöğretmen olarak Atatürk, Milli Eğitim Bakanı’nın öğretmen yokluğunun çaresizliğini görünce, üzülme Saffet her şeyin bir çaresi vardır. “Ordu’daki Çavuş ve Onbaşıları üç aylık bir kurs sonrası “Eğitmen” olarak görevlendiririz olur biter.” derken, bu dahi insan ilerisini nasıl görüyordu? Neyine ve kime güveniyordu soruları hala bazı kafaları karıştırıyor.  Çünkü bu işler kolay bir iş değildi. O günler içinde bulunulan durumda insanlar eğitimsiz ve çaresiz bırakılmıştı, ancak çalışkandı. Atatürk işte bu insanlara güveniyordu.

         Atatürk bu insanları kulluktan kurtarınca, acaba nasıl bir yurttaş olacaklardı. İşte bu dönüşümü ve Atatürk’ü daha iyi anlamak için yine, onun evrensel sözlerine kulak vermemiz gerekmektedir.  

         Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bütçe kanunu hazırlanırken Atatürk’e; “Paşam maaşınız ne kadar olsun” diye sorulduğunda; öğretmenin maaşını geçmesin” diye uyarır.

        Bir gün Mustafa Kemal Atatürk; “Behçet Kemal Çağlar’a kendisinde gördüğü tüm nitelikleri anlatan bir şiir yazmasını istemiştir.

         Kısa zamanda yazılan uzunca şiiri baştan sona dinleyen Atatürk; “Olmamış. Benim asıl kişiliğim öğretmenliğimdir. Ben milletin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın” demiştir.     

         Bir Başöğretmen olarak, peki bunlar kolay mı oldu? Hayır işte buna bir örnek, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda, Atatürk’ün asıl dehası yoksul bir Ulus’u kurtarması ve ayağa kaldırmasıdır ki, bunu anlamak için kurduğu Cumhuriyet Hükümeti’ne o günün şartlarında memur yetiştirmek için yakın çevresine Ankara Saman Pazarına gidin de eli ayağı temiz, iş becerebilir köylüleri seçin getirin memur yapalım der.                   

        İlk emri “oku” olan bir dinin yüce Peygamberi Muhammed Mustafa; “Ben ilim şehri Medine’yim. Bu şehrin giriş kapısı Ali’dir.” Derken, Hazreti Ali; “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Tevazusunda bulunur.

       Hacı Bektaş Veli; “İlim yolundan gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Düsturu ile karanlıkları aydınlatacak yolu gösterirken, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ise “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” öngörüsüyle yurttaşlarına bu yolu işaret eder.                                                                                                               

       “Kurtuluş savaşı zaferle sona ermiş; vatan ve millet kurtulmuştu. Bazıları sanıyordu ki, Atatürk’ün önderlik rolü artık bitmişti. Hâlbuki onun kalbinde Türk milletinin yüzyıllardan beri şifa bulmayan yaraları kanıyordu; anavatandan düşmanı kovmakla her şey tamam oluyordu; o tekrar gelebilirdi.

        Bunun önüne geçmek için kökleri içimizde olan sebepleri de yok etmek lâzımdı. Atatürk en büyük derdin, halkın cahilliği olduğunu görüyor; onun kafasını aydınlatınca hızla yükseleceğini biliyordu. O sırada arkadaşlarından biri sordu:

      - İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz?

      - Maarif Vekili olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.

        Maarif vekili olmadı, Cumhurbaşkanı oldu. Fakat bütün inkılaplar gibi Maarif İnkılâbı da onun eseridir. Halkın kültür bakımından yükselmesine başlıca engel, Arap harfleriydi. Atatürk, 1927’de kararını verdi; 1928 kış ayları hazırlıkla geçti. Ağustosun dokuzuncu Perşembe günü İstanbul’da Sarayburnu’nda, “Cumhuriyet Halk Partisi” nin düzenlediği bir müsamerede halkla konuştu ve kararını bildirdi; Lâtin harfleri kabul edildi.

        Savaşta Başkumandanlık eden Atatürk, “Başöğretmen” oldu. Seyahat ettiği yerlerde halkı imtihan etti ve dersler verdi.”

      “Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip merhumun zamanında Atatürk’ün uyarmasıyla köy okutma davasını ele alan bir Köy Komisyonu kuruluyor. Uzun hikâyeler arasında içinden çıkılmaz bir konu karşısında kalıyoruz.

      Bütün köylerde birer okul açmak kolay, fakat kadar okula öğretmen bulmak müşkül… Buna karşı aramızda, çavuşlardan askeri görevi gibi köy öğretmenliği ile mükellef bir kadro yetiştirecek ve bunun için de kurslar açmak tezini savunanlar çoğunlukta.

      Nihayet sorun, Reşit Galip tarafından Atatürk’e arz ediliyor. Bakın merhumun raporuna Atatürk ne yazmış: “Köy öğretmenliği, üniversite profesörlüğünden daha güç ve mühim bir iştir. Bu kadar ciddi bir mevzuyu böyle hafif tedbirlerle halletmeye çalışmak yanlıştır!”

      Bu notları ancak Reşit Galip’in vefatından sonra gördük. Fakat, Köy Okulları Komisyonu’nun ondan sonra bir daha toplanmadığını hatırlıyorum.”

              Karanlığa ışık yakmanın simgesi “Fener Alayı” hem Türk Ordusunun hem de Milli Eğitimin öğrenim kuruluşlarının kutladığı Milli Bayramlarda akşamları meşale olarak ana caddelerde taşınırdı.

      Atatürk, tarihin büyük simaları içinde en çok  kimleri beğenirdi?.. 1924 Mart’ının 3’üncü günü Meclis kürsüsünde hilafet söylevinde, En çok takdir ettiği kumandan Timur’du. “O, sizin yerinizde olsa, yaptıklarınızı yapabilir miydi?” diyene, o, bunu bilmem, fakat ben onun yerinde olaydım, yaptıklarını yapamazdım” dedi. Fakat, yeryüzünde kendisinin en hayran olduğu kimse şüphesiz ki, Muhammed’dir.

      Onun devlet kurmaktaki şefliğine hayrandı. Hiç yoktan devlet kurmak… Kendi yaptığı iş de bu bakımdan ona benzemiyor mu?”1

       Bugün Japonya ve Çin’in hala beceremediği Harf inkılabı nasıl başarıldı? Atatürk bunu Ordu Ocağı’nda  “Ali Okulu” projesi ile “Eğitmen” adını verdiği askeri misyonlu insanlarla nasıl başlattı. Cumhuriyet’in Yurttaşları bunu nasıl başardılar. Dil ve Tarih bilimcilerin bile hayrete düştüğü bu konularda.

       Bir Başöğretmen olarak Atatürk dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın ümitsiz ve çaresizliğini görünce Üzülme Saffet her şeyin bir çaresi vardır. “Ordu’daki Çavuş ve Onbaşıları üç aylık bir kurs sonrası Eğitmen olarak görevlendiririz olur biter“ derken Ulusal Kurtuluş Savaşı Başlatıldığında daha da karamsar olanlarla Atatürk arasındaki diyalog çok ilginçtir.

       Yahya Kemal Diyor ki; “O gece herkes gibi ben de Atatürk’ün konuşmalarıyla mest olmuştum. Sabaha doğru dağıldık. Giderken Atatürk’ün böyle bir dünya görüşüne nasıl ulaşabilmiş olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ün hayatını hep biliyoruz. Askeri okullarda okumuş ve sırtından asker üniformasını çıkararak politikaya girmiş. Onun okuduğu okullarda felsefe diye bir ders yok.

      Bu çeşit kitapları aslından okuyabilecek kadar Fransızcası olduğunu da sanmıyorum. O yıllarda bu kitapların pek azı dilimize çevrilmişti. Peki, bunca kültürü Atatürk nereden aldı öyleyse. Çözemedim!... Ertesi akşam arkadaşım Ruşen Eşref’e yemeğe çağrılıydım. Ruşen’e akşamki konuşmayı anlattım. Ruşen hiç şaşmadı, sözlerimi tabii karşıladı.

      Ben “Peki, dedim nereden edindi bunca bilgiyi, bunları nereden biliyor. Ruşen Eşref (Ünaydın) güldü. Bilir dedi, fazlasını da bilir. Peki, ama nereden? Diye sorumu tekrarlayınca açıkladı: Meşveret’ten Mizan’dan, İçtihad’dan Osmanlı’dan, Şurayı Ümmetten… Daha sayayım mı?     

      “Atatürk’ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada ise, Atatürk’le Vasıf Çınar arasında geçen bir konuşmayı anlatırken; O’ndaki okuma alışkanlığının çocuk yaşlarında kazanıldığını da belirtir.

      “… Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirisini yapamazdım.”2

      Mustafa Kemal Atatürk “Beni görmek muhakkak yüzümü görmek demek değildir. Benim düşünce ve fikirlerimi anlayabiliyor iseniz bu yeterlidir.” sözünü anlayan gönül gözü açık, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından düşünerek kendini bilenler, Türk tasavvuf şairi Yunus Emre’nin şu dizelerindeki gerçeği bilir;

 “İlim bilim demektir - Bilim kendin bilmektir.

   Sen kendini bilmezsen - Bu nice okumaktır.”                                                                                                      

       Evet, bizde tanıdığımız ve bildiğimiz kadarıyla, Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk ve ebediyete intikal etmiş eğitmen ve tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım 2018 yılının bu anlamlı gününde hatıralarını yad eder, saygılarımızı sunarız.

1- Niyazi Ahmet Banoğlu, “Nükte ve Fıkralarıyla Atatürk” ,İnkılâp ve Aka Yelken Matbaası, İstanbul, 1978, s.92-93-308-456-610-611; İsmail Habip Sevük

2- Cemil Sönmez, “Atatürk ve Okuma Sevgisi” ,T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 1532, Ankara, 1994, s.65-66-99-100; Turhan Gürkan, “Atatürk’ün Uşağı İdim” ,Anlatan Cemal Granada, İstanbul, 1973.

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı