Advert
Advert
ŞAH KULU BEY -2
Aşir Kayabaşı

ŞAH KULU BEY -2

Reklam

 “AhmedYesevî, Hacı Bektaş Velî’yi Anadolu’ya irşad misyonu ile, yani İslam’ı yaymak ve Anadolu’yu aydınlatmakla görevlendirmiştir.

       Bu bilgiden Hacı Bektaş Velî’nin tarihi kervan yolu olan İpek Yolunu kullanarak Anadolu’ya geldiği anlaşılmaktadır. Burada Esra Doğan’ın da ifade ettiği gibi, Hacı Bektaş Velî Nişâbur’dan sonra Horasan caddesini takip ederek Irak’a gelmiştir. Zira Emeviler ile Abbasilerin hakimiyetleri döneminde en önemli yol olan “Cadde-i Horasan”, Buhara’dan başlayarak … Kerbela ve Necaf’e giden yoldur.

     Mekke’de İmam Muhammed Bakır’ın seccadesi yanında üç yıl kalıp ibadet ettikten sonra Medine’ye gider orada da bir erbain çıkarır.Velâyet-nâme’de geçen Hacı Bektaş Velî’nin kenarından geçtiği nehrin balıklarının ona selam vermeleri ve aslanları taşa çevirmesi ile ilgili menkıbeleri * mantıksal açıdan değerlendirdiğimizde, bunun bize Anadolu’da uğradığı bazı yerlerle ilgili ipuçları verebileceğini düşünebiliriz. Örnek olarak burada sözü edilen balıklar, muhtemel olarak Fırat nehrinin balıklarıdır.”1

      Burada belirtmemiz gereken bir husus, Vilâyetname’de İmam Muhammed Bakır’ın türbesinin Mekke’de bulunduğu, Hacı Bektaş Veli’nin burada üç yıl kalarak ibadet ettikten sonra Medine’ye geçtiğinin belirtilmesidir ki, * aslında İmam Muhammed Bakır’ın türbesi Mekke’de olmayıp Medine’dedir.”2

     Bu tespit bizce yeniden değerlendirmeye açıktır. Çünkü Ortadoğu Emevi Arap kültür ve inancında mezar ve türbelere yaklaşım olumlu değildir. İmamların bu türbe ve mezarları, o coğrafyadan uzak yörelerde ortam bulabilmiştir. Yani Urfa ile Harran ilçesinde de bir İmam Bakır Türbesi vardır.

     “Harran’ın 3 km. kuzey doğusunda İmam Bakır köyünde 12 imamdan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır’a atfedilen bir türbe… vardır. Anne ve baba tarafından Hz. Fatıma’nin (R.A.) torunu olan ilim, irfan ve takvasıyla herkesin saygısını kazanan ve geniş bilgisinden dolayı “Bakır” lakabıyla anılan Ebu Cafer İmam Muhammed H.57 (m.676-677) senesinde Medine’de doğmuştur. H.103 (m.721) senesinde Hamime’de vefat edince naaşı Medine-i Münevvere’ye getirilerek baki mezarlığına defnedilmiştir.

     Hz. Ömer zamanında Urfa ve Harran’ın fethi savaşına katılan (m.639) Ebu Cafer İmam Muhammed’in şehit düşen parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin yapıldığı ve köye “İmam Bakır” adı verildiği köylüler tarafından söylenmektedir.”3.

Bu ifade ve tespitler tarihsel açıdan tartışmalı olsa da konunun tartışılmasına girmeden, günümüzde Harran’daki türbenin İmam Bakır’a ait olduğuna inanılır. Günümüzde Urfa şehir merkezinin ana caddesi Mardın-Gaziantep karayolunun Urfa’dan geçtiği kara yoluna Urfa “İpek yolu” olarak adlandırılmaktadır. İşte bu yöre Hacı Bektaş Velî’nin ilk kadem bastığı topraklar olduğu gibi, İmam Bakır’da 3 yıl kaldıktan sonra 1240’da Baba İlyas Horasanî ve Baba İshak’ın, Amasya kıyamına buradan gittiği anlamlı olduğu gibi tarihsel bir vakıa olarak da ortaya çıkmaktadır.

“Rum Abdalları, ilk Osmanlı hükümdarlarının kendileri için yaptırdıkları zaviyelerde pek çok mürid ve taraftar yetiştirmişlerdi. Bu taraftar kitlesi, ilk Bektaşiler diyebileceğimiz kimselerden başkası değildi. Bu yüzden Rum Abdalları, Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesinde çok önemli bir misyon üstlenmişlerdir.”4.

Bu durum, onların varolan zaviyeleri Anadolu’da vakıf medeniyetinin yerleşmesini de beraberinde getirdiği gibi, başlarındaki inanç önderleri için Şahkulu sıfatının kullanıldığı da görülmektedir.

     Güvenç Abdal ocağı ilişkin “1792 tarihli bir mahkeme tutanağında burasının Hacı Bektaş Veli tarikatına bağlı zaviyelerden olduğu yazılıdır. Bu tarihte zaviyeye bakan kişi de Hacı Bektaş evlatlarındandır. Ayrıca mahkeme tutanaklarında zaviyeye bakan kişiler için Dede, Pir ve Şahkulu gibi unvanlar kullanılmıştır.”5.

Bu kurumlar çağına göre ulusa önemli hizmetler vermiştir. Çünkü, temelinde inançsal ve kültürel bir değer olarak, ünlü Göktürk han, hakan ve kağanı, Bilge Kağan’ın evrensel ifadesi: “Ben ulusumun açlarını doyurdum, çıplaklarını giydirdim” felsefesi yatmaktaydı. Fakat, tarihi süreç içerisinde bu zaviyelere vakfedilen gelir kaynakları, özellikle Osmanlı devrinde bir rant ve gelir kaynağı paylaşımına dönüşür. İşte Urfa’da Şahkulu vakfının da bu duruma düşürüldüğü aşağıdaki tespitten anlaşılmaktadır.

      Oysaki, bu kurumların asıl amacı, “Ribat, yollardaki garibler için gerekli olmuş, fakat şehirlerdeki gariblere, genellikle zaviyeler mekân olmuştur. * Hankahların sofilere, zaviyelerin ise “ehl-i itikaf ve horasan pîrlerine” mahsus olduğu söylenebilir.”6

“Bütün İslam memleketlerinde olduğu gibi açılan medreseler ve camiler için ve burada görev yapanların gelirleri için çeşitli vakıflar kurulmuştur. Bu bakımdan Urfa’daki zürriyet vakıfları, vakfeden zatın evlatlarının ailelerinin adeta bir geçim kaynağı olmuştur. Onun için vakıflardan yararlananlar bazen vakfın gelirini az bularak kendilerine haksızlık edildiğini düşünerek vakfın mütevellisi hakkında dava açtıkları görülmüştür.

Hicri 1303 Recep, Miladi 1886 Nisan ayında vakfın gelirlerinden pay alanlar, kendilerine haklarını tam vermediği ve vakfın gelirlerini zimmetine geçirdiğini ile sürerek Divan Efendisi vakfının mütevellisi Seyyit Ahmet hakkında bu yüzden Urfa Şer’i Mahkemesine dava açmış olmaları bunun bir örneğidir. *

 Vakfın evlatlarının vakfedilen akarın gelirinden faydalanması vakfiyelerde belirtilmiştir. Mesela 10 Cemazielahir 1308, Miladi Ocak 1891 tarihli bir dava kaydında şunların kaydedildiği görülmektedir.

     “… Murtazakadan bulunduğu veba-hüccet-i şer’i mütevvellisi olduğu Urfa’da kâin Şahkulu vakfı demekle maruf sahib el-hayrat regaib el-hasanat’danŞahkulu Bey İbniZeynelabidin bey ibni Abdullah hayatında vakfetmiş olduğu mustagalat ve muskafı sene beseneicareye verilip senevî hâsıl olan bedel-i icar galesinden bade ihraç el-mesarifve’l-tamir fazlası vakıf mumaileyhin evlad-ı evllad-ı zekurunubatn-ı evvelde bulkunanevlad-ı zekuruna meşrut… * Demekle erkek evladının erkek evlatlarına şart koşmuştur.”7.

Urfalı şair Şevketbu nedenle:

“Mescid ü zâviyede şeyhler za’mınca kemâl

Mal-i evkâfı yemek kesb-i ticâret gibidir.”

(Mescitlerde ve zâviyelerde şeyhlerin yaptıkları ticaret de vakıf mallarını yemekten ibarettir.)Der. Melamimeşrep bir şair olan Şevket, 1917 yazında sabah namazına gidenler onu Dergâh Camii’nin bahçesinde ölü bulmuşlar!”8

“Karamanoğulları ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasında oldukça devamlı dostane münasebetler olmuş, son Karaman şehzadeleri hep Akkoyunlulardan himaye görmüşler, Osmanlılara karşı yardım istemişlerdir.Bu münasebetlerde karşılıklı menfaatleri kabul ettirmekle beraber, dostane münasebetlerde, himaye ve istimdat işlerinde, Karaman devleti ile Akkoyunlu devletinde mühim mevkiler işgal eden Avşar beylerinin karşılıklı ırkı ve akrabalık hislerinin de bu işte hissesi bulunduğunu kabul etmek daha doğrudur.

      Akkoyunlu devletindeki Avşar reisleri; kendilerinden olup Karaman devletini kurmuş olan hem cinslerine yardım etmiş olmaları pek muhtemeldir. Aynı şekilde Safavi devleti ile Antalya’dan Konya’yı da içine alan ve Malatya ile Maraş’a kadar uzanmış geniş Anadolu havalisinde oturan Avşarlar arasında karşılıklı bir temayül göze çarpmaktadır. Şah İsmail, babası Safiyettin Erdebili’nin Türkmenler ve bu arada Avşarlar nezdindeki sevgi ve otoritesinden istifade ederek Safavi devletini kurmuştu… 

Başlarında bizim tarihimizin “Şeytan Kolu” hakikatta “Şah Kulu” isminde bir Avşar reisi vardı. Bunun için Şah İsmail’in devletinde en çok Güney Anadolu halkı iştirak etmişti. Şah İsmail’de ilk askerî gösterişini Dulkadıroğuluları arazisinde yapmıştı.Çaldıran seferine çıkan Yavuz Sultan Selim gerisini emniyete alabilmek için 40 bin kişiyi katletmişti.”9.

      Tarihte birçok Şahkulu unvanlı Türkmen beğleri vardır ki, bunlar kendi boylarının beği oldukları gibi aynı zamanda da inanç önderleridir. Bu çift misyonu duygu, düşünce ve inancında toplayan komutanlar da toplum tarafından çok benimsenir.

      Şah İsmail’in, Yavuz Sultan Selim’e elçi olarak gönderdiği bir Şahkuludaha vardır ki, Osmanlı hayranı bir yazar onun sıfatını şöyle çarpıtır:

“Heyetin başkanı “Şahkulu” (Allah’ın kulu değil)unvanı ile kendisini takdim eden şahıs, bu mektupla birlikte Sultan Selim Han’a bir altın kutu takdim etti.”10. diyor, demesine ancak, Şahkuluunvanı “Allah’ın kulu değil”demek,değilmiş. Bir diğer aynı zihniyeti taşıyan bir yazar ise: “Selim’i babasının üçüncü oğlu olmaktan çıkarıp tahta yürüten ve tahtta bir padişahlıktan çıkararak “Yavuz”laştıran şey, acaba nedir?”10.

Nedir acaba, “yavuz” sözcüğünün anlamını bilmeden mi? yoksa bilerek mi? kullanıyor, bunu hayretediyoruz.

Oysaki, Şahkulusıfatının Türk kültürü ve tasavvuf edebiyatındaki manası Türkçe “Tanrıkulu” dur. Peki Osmanlı padişahlarının “Kapıkulu” ne anlama geliyor onu söylemiyor.Buradaki değer yargısı ortada olduğu gibi iki Türk “şah”ını birbirine düşüren işte bu zihniyettir. Yavuz Sultan Selim olarak andığı padişahın da asıl ad ve unvanının “Selim Şah” olduğunu, yavuz bir beceriklilikle gözden uzak tutuyor.

Şah Kulu Bey’in Mardin ili yöresinde adı geçiyor. Ancak Urfa yöresinde ise maalesef sadece onun vakfından istifade etmek için yukarıda bahsediliyor.

“1540 (947) senesinde Nusaybin’de iki mahallenin zikr olunduğu görülmektedir: “Mahalle-i İmam Zeynelâbidin” ve “Mahalle-i Doğan” *(1567 (975)’de mahallelerin miktarının artışından şehrin geliştiği anlaşılmaktadır. Yeni mahalleler “Kale”, “Şah Selmân”, “Sûrsâr”, “İmâm-Kulu Nalband, ve Abdülâziz” b. Kerim” adlarını taşımaktadır.”

      Bu tarihte Nusaybin bir sancaktır. 1549 senesinde Berriye ağzı muhafızlığına tayin olunan Hacı Şah Kulu beyin burada bir mescid ve medrese yaptırarak buraya evkaf tahsis ettiği de görülmektedir.”11

“Malatya Şeyh-Şah İbrahim, “Ocağa ait şecerenin üçü Kerbela, ikisi Hacıbektaş, üçü Erdebil ya da Şeyh Safiyüddin tekkesi kaydını taşımaktadır. Kerbela’dan alınan 1620 tarihli yazıda makam olarak Hacı Bektaş Dergâhı, 1903 tarihli yazıda Ebu’lFazl Abbas dergâhı, 1953 tarihli yazıda ise Kerbela toprağı kaydı vardır.

      1560 yılında yazılan Malatya tahrir defterine göre Merzime’de Mustafa oğlu Şah Kulu adına rastlıyoruz ki, belgeyi alan Şah Hüseyin’in babası olabilir. Bu durum, belgeye olan güveni arttırmaktadır. Kenarı altın varaklı, yazısı, taklidi mümkün olmayacak biçimde renkli olan bu en önemli belgede Safavilerle bir bağdan söz edilmiyor. Şecereyi “Kerbela yöresinden” Ali Dede onaylamıştır.Paspan dergâhından verilen şecerede, 1620 tarihinde Kerbela’dan verilen şeceredeki adlara Safavi hanedanı eklenmiş, söy kütüğü şöyle olmuştur: Şah İsmail, Sultan Haydar, Sultan Cüneyd, Cüneyd Naki, Şah Hüseyin, Şah Veli, Şah Kulu, Mustafa, Ali, Mustafa Tursun, Şeyh İbrahim, Şeyh Hoca Ali, Şeyh Sadreddin.

     1530 yılı tahririne göre Başıbüyük obası, Siverek’in Çaykadan nahiyesinde, Ağzıbüyük obası Diyarbakır’ın merkez nahiyesinde, yerleşimler kurmuştur. Diyarbakır’ın Ağzıbüyük köyünde Haydar, Şah Kulu, Şah veli gibi popüler Alevi adlar taşıyan kişiler kayıtlıdır.

      Diyarbakır’ın Bismil nahiyesinde ise olasılıkla Hamzalı obasının adını taşıyan Hamza Depesi adında bir mezra vardır. Bu mezra Baba İshak’ın üyesi olduğu İshak Danişmendli obasının kurduğu İshak Danişmendli köyündedir. * Tercil nahiyesinde ise Hamza Viranı adında bir yerleşim kayıtlıdır.”12.

Bunun tarihi bir gerçek olduğunun belgesi 16. Yüzyıl Urfa Sancağı Tahrir Defterlerinde belirtilen “viran” edilmiş köy sayısından anlaşılmaktadır.

    “TD 64’te Ruha Sancağına bağlı 190 köyün kayıtlı olduğu görülmektedir. Bunlardan 53’ü meskûn vaziyette olup, diğer 137 köy nüfusu bulunmayan “virân” yerlerdir. Viran köyleri, mezra müteala etmek lazım geleceği için onlar o tasnif içinde değerlendirilmiştir. Yalnız bu yerlerin ilk bakışta çok büyük bir nispeti ifade ettikleri fark edilmektedir.

Öyle ki toplam köy sayısının o/o 72’si yerleşme sahası olmaktan çıkmıştır. Bunun sebebi daha önce de belirtildiği gibi Osmanlı-Safavi mücadelesi sırasında bölgenin fevkalade muntazır olmuş olması ve ahalinin dağılmasıdır.”13.

“Bölgenin idari teşkilatının da doğrudan doğruya İdris-i Bitlisi ve Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından tamamlandığı anlaşılmaktadır.Bu hususta İdris-i Bitlisi’ye boş “ahkâm kağıtları” gönderilerek sancak tevcih edilen beylere yollanması istenmiştir. Bunların 22’si berat, 1’i beylerbeyi beratı, 7’si istimâletname olmak üzere toplam 30 adet olduğu anlaşılmaktadır.”14

Bu viraneliklere paralel olarak, onlardan kalan kültürel ve inançsal (vakıf) değerlerin ise silindiğine yazımızın birinci bölümünde değinilmiştir.

“Zaviye, XIV-XV. Yüzyıla ait olan kaynaklarda kasaba ve köylerde veya yollar üzerinde kurulmuş olup, belli bir tarikata mensup şeyh ve dervişlerin yaşadığı, gelip geçen yolcuların ücretsiz misafir edildikleri müesseslerdir. * M. Fuad Köprülü ve başkaları Anadolu’nun fethinde, Gaziler’in, Abdallar’ın ve başka bir deyimle Horasan erenlerinin önemli rolü olduğunu göstermişlerdir.*”15.

Urfa’daki Şahkulu vakfının ise özel ayrıntıları şimdilikbilinmiyor. Ancak,Mardin ili Kızıltepe ilçesindeki Şah Kulu Bey Türbesi yukarıdaki resimde görüldüğü gibi bir çöplüğe dönüştürülmüş!

*****

1- Prof. Dr. Harun Yıldız, “Geleneksel Algıdan Gerçekliğe Hacı Bektaş Velî”, Çizgi Kitabevi, Konya, 2016, s.95-119-121; *Esra Doğan, “Hacı Bektaş Veli’nin Velâyetnamesine Göre Horasan’dan Rum’a İzlediği Yol”, Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, Alevi-Bektaşi Enstitüsü, IV, 2011, s.59-62; Cahen, “Baba İshak, Baba İlyas, Hacı Bektaş ve Diğerleri”, Çev. İsmet Kayaoğlu, AÜİFD, XVIII, Ankara, 1970, s.195

2- Doç. Dr. Harun Yıldız, “Anadolu Aleviliği”, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2014, s.89-94-95-119-121; Bkz: MichelBalivert, “Aşık Kültür ve 14. Yüzyıl Osmanlı Kentlerinde Dinler Arası İlişkiler”, Osmanlı Beyliği, (ed. Elizabeth A. Zarchariadu, Çev. Gül ç. Güven, İsmail Yerguz, Tülin, Altınova), İstanbul, 1997, s.1-7.

3- A. Cihat Kürkçüoğlu, “Tarih ve Tarım Şehri Harran”, Harran Köylere Hizmet Götürme Birliği Kültür Yayınları, Ankara, 1995, s.40-41

4-Hamza Aksüt, “Aleviler Türkiye-İran-Irak-Suriye Bulgaristan; İlk Yurtları, Dede Ocakları, Talip Toplulukları Tarihi, Talip Yerleşim Tarihi”, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2010, s.56; * Mehmet Fatsa, aynı yazı.

5- Doç. Dr. Barbaros Baykara, “Türkiye Selçukluları Devrinde Konya”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s.94-95; ** Karatay, Antalya’da yaptırmıştı; bk. Karatay Vakfiyesi

6- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnançlar Serüveni”, T.C. Şanlıurfa Valiliği Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Atalay Matbaacılık, Ankara, 2009, s.373-374

7- Adil Saraç, “Bilinen Urfa Şairleri”, Şair Nâbî Sempozyumu 13-15 Kasım 2009, Edt: Prof. Dr. Ali Bakkal, Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Şanlıurfa, 2009, s.508-492

8- Mahmut Işık, “Afşarlar Tarihi-Yetiştirdiği Şahıslar- Folkloru”, Kardeş Matbaası, Ankara, 1963, s.14-15-16-28-29; * Günümüze ulaşan bilgi ve köy adı olarak Urfa Bozova ilçesine bağlı bir “Kanlı Avşar” köyünün adı günümüzde “Şanlı Avşar” olarak değiştirilmiştir.

9- Kadir Mısıroğlu, “Veli Beyazd’in Bedduası”, Sebil Yayınları, İstanbul, 2008, s.92

10- Yavuz Bahadıroğlu, “Yavuz Sultan Selim ve Kutsal Emanetler”, Panama Yayıncılık, Ankara, 2014, s.60

11- Nejat Göyünç, “XV. Yüzyılda Mardin Sancağı”, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s.58; BA, TD 998, 88; TKUMA, TD 200, 247a-249a, 251a; TKUMA EDT 552, 69a.

12- Hamza Aksüt, “Aleviler Türkiye-İran-Irak-Suriye Bulgaristan; İlk Yurtları, Dede Ocakları, Talip Toplulukları Tarihi, Talip Yerleşim Tarihi”, Yurt Kitap-Yayın, Ankara, 2010, s. 90-91-92-402-403; * Alemdar Yalçın-Hacı Yılmaz, Şah İbrahim Ocağı Üzerine Yeni Bilgiler, HBV, Sayı:30, s.32-33-29; Muzaffer Arıkan, Diyarbekir Vilayeti Mufassal Tahrir Defteri, s.335 vd.

13- Ahmet Nezihi Turan, “XVI. Yüzyılda Ruha (Urfa) Sancağı”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2012, s.38-5; Tafsilat için bkz. I. Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu (1118-1146), s.139-154; Hoca Sadeddin, Tarihü’t-tevârih, II, İstanbul 1283, s.320; BA TD 64, s.388.

14- Dr. Mehmet Emin Üner, “Osmanlıdan Cumhuriyete Urfa Tarihi”, T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Navi Medya, Ankara, 2009, s.28; *Mehmet Ali Ünal Osmanlı Devri Üzerine Makale-Araştırmalar, Isparta, 1999, s.170-171; Yavuz tarafından İdris’e verilen bu yetki ile bölgede Toprak ağalığı olur.

15- Muhammed Beşir Aşan, “Elazığ, Tunceli ve Bingöl İllerinde Türk İskân İzleri”, T.K.A.E., Yayınları, Ankara, 1992, s.60-61; * A.Y. Ocak, A.g.m., 254

 

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı