Advert
URFA KISAS KÖYÜ’NDE BAĞMANCILIK KÜLTÜRÜ- 1
Aşir Kayabaşı

URFA KISAS KÖYÜ’NDE BAĞMANCILIK KÜLTÜRÜ- 1

Reklam

Babam şöyle diyordu: “Oğlum, İpek Yolu dünyanın ipek kemeridir. Bu kemerin bulunduğu yerlerde yaşayan halklar ticaret ve bilim yönünden ileri gitmiş büyük insanlardır.”                Prof. Dr. Malik Muradov - Özbekistan                                                                                       

       Ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in dediği gibi Urfa’nın “İnciri incir, üzümü üzüm eden sıcaklık… yazın yaz gibi yaşandığı bir diyar. Abıhayat gibi ama kısa süren bir bahar… Küçük muttarit muhteriz darbelerle* yağan bir yağmur ve eşini gayb eyleyen bir kuş gibi geçen günleri arayan* karın nadir de olsa yağdığı bir şita… kış.”1

      Urfa Kısas köyü de işte Urfa Harran Ovasında bu sıcak iklimde bağcılık bakımından dört bir tarafı üzüm bağları ile kaplı yemyeşil bir köydür. Tarihsel olarak da İpek yolu güzergahındaki kalesi, tarihi, kültürel ve inançsal birikime sahip bir yerleşim birimi olduğu gibi Toroslardaki “Ağaçeri” Yörükleri gibi doğaya, yeşile ve ağaçların korunmasına da canlı gözüyle bakarlar.  

      “Kimdir bu Ağaçeriler?... İsmail Engin ‘yaptığı saha araştırması sırasında, “Türkmen’im” diyen bir Tahtacının, aynı zamanda “Ağaç-Eri” olduğunu da sözlerine ilave eder. Eski bazı Osmanlı Vesikaları’nda bu adın kullanıldığı görülmekle beraber, Aksaraylı Ali’nin maruf Selçuknamesi’nde “Bişe eri” * adı altında bahsedilmektedir.”2 *

     “Yaş kesen baş keser” deyiminde olduğu gibi yeşili korudukları gibi yetiştirmeyi de inançsal bir değer olarak kabul ederler. Bu nedenle olsa gerek Harran Ovası’ndaki köyler arasında bağcılığın örnek köyü Kısas olmuştur.

      “Ağaç kültü daha ziyade Tahtacılar ve yörüklerde yayılmış görünüyor. Tahtacılar adlarından da anlaşılacağı üzere, geçimleri ağaç kesmekle sağlayan kimselerdir. Bununla birlikte, onların ağaçlara büyük saygıları ve bağlılıkları vardır.

      Muharrem ayında ağaç kesmek şiddetle yasaktır. Hafta içinde salı günleri de ağaç kesilmez. Yeniden işe başlayacakları vakit ağaçlar için dualar okunur.”3

      Atatürk Barajı’nın tünellerinden ovaya su verilinceye kadar ovada bir yeşillik ve ağaç bile görünmezdi. Bu konuda ağaç dikildiğinde onu, çobanlar kopararak deynek yaparlardı. Fakat Kısas’ta ağaç sevgisi yukarıda ifade edildiği gibi ve aynı zamanda dergahların bahçesi ve çevresinde meyveli ağaçlar yetiştirilerek ekonomi de gözetilirdi Bu inanç sadece Kısas’ta değil Ortadoğu coğrafyasında Mısır’a kadar taşındığını görmekteyiz. Mısır’daki Bektaşi Tekkesi bunu sadece bir örnektir.  

      “Mısır’da Bektaşi Tekkesi; Mukattam Dağı üzerinde olup güzel bir binâsı, güzel bir bahçesi vardır. Tekke’nin bir kısmı da dağın altına oyulmuş geniş bir mağaradır. Orada dervişlerinin mezarları bulunur. Bu mağaranın içindeki harâret yaz ve kış sabit olduğundan yazın sıcağında burası pek keyifli olur. Dervişler Türk ve Arnavut’tur. İçinde Türk şairlerinden ve Bektaşî babalarından “Kaygusuz Sultan” yatar. Bektâşiler güzel üzüm yetiştirirler.”4.

       “Fatih zamanında, Dede Garkın ocağının yerleştiği yerlerde, Kargın-Kargun’un bağları meşhurdu. Saraya bile üzüm Karğın bağlarından gelirdi.”5

       Bu konuda bir anektod Osmanlı Padişahı IV. Murad’ın fıkralarında bile yer alarak işlendiği görülür.

      “Bir gün Osmanlı yasakçı padişahı IV. Murad’a İstanbul’daki bir Bektaşî dergâhında şarap yapıldığı ihbarı gelir. IV. Murad tebdili kıyafet ederek Bektaşi dergâhına gider. Avlulu kapıdan girince ne görsün! Küme küme üzüm yığını var. Dergâh dedesi hemen koşar yanına gelir, buyurun oturun der. IV. Murad oturur, ama gözleri üzüm kümelerinde, dedeye döner:

     -Baba Erenler bu kümeler nedir? Diye sorar?

     -Baba erenler üzüm der.

     -IV. Murad, bu kadar üzümü ne yapıyorsunuz? Der

     -Baba Erenler yiyoruz, birazını da sıkıyoruz

     -IV. Murad sıkıyor musunuz? Deyince’

     -IV. Murad bu kadar üzümü sıkarsanız, şarap olmaz mı? Deyince, Baba Erenler IV. Murad’ın yüzüne dikkatle bakar ve durumu anlar.

     -Vallahi sultanım, biz sadece sıkıyoruz, ancak elini yukarıya gökyüzüne kaldırır, O’nun (Allah) işine karışmayız. İsterse şire yapar isterse şarap yapar. Biz onun işine karışmayız.” der.

     İşte bunlardan biri de hem tarihi gerçeklere hem de unvana göre nitelemelere de uyan Vezir Hamamı’nın adına ilişkin bir hikâyedir. Bu hikâyeyi Mustafa Bengisu* Şanlıurfa Güneydoğu Radyo- TV. Deki, “Eski Şanlıurfa Sıra Geceleri” konulu bir programda şöyle ifade emiştir.

      “IV. Murat Bağdat Seferi sırasında Urfa’ya geldiğinde, İstanbul’dan Urfa’ya varışın sonunda yorgunluk sonucu Urfa’da kaldığında, veziri huzuruna çıkarak hamama gitmek istediklerini belirtirler.

     IV. Murat da buyurun gidin der. Ancak aradan kısa bir süre geçtikten sonra hele bir gidip bakıyım vezirler ne yapıyor diye merak eder. Hemen tebdili kıyafet ederek, vezirlerin gittiği hamama gider. Ancak hamamcı IV. Murad’ı yasak diye içeri almaz. Bu akşam hamam sultanın vezirlerine tahsis edilmiştir der. İçeriye almak istemez. IV. Murat uzun bir süre dil döktükten sonra, geç şurada hamamın bir köşesinde yıkan derler.

      IV. Murat hamamın köşesinde yıkanırken, hamamın önüne “Habib Baba” isminde bir yaşlı adam gelir. Hamama girip yıkanmak ister. Hamamcı onu da içeri almaz, ancak uzun süre yalvarmanın sonucu, peki gir de şu adamın yanında yıkan der. Habib Baba hamama girer IV. Murad’ın yanına oturur, yıkanmaya başlar.  

    İhtiyar yıkanmaya başlarken, IV. Murad’a döner bu keseciler bizimle ilgilenmez, en iyisi birbirimizi keseleyelim, beni keseler mi sin? Der. IV. Murat Onu keselerken, Habib Baba’ya “bu dünyada Sultan veziri olmak varmış”, görüyor mu sun? Baba, hamam vezirlere tahsis edilmiş, tellaklar, keseciler hep onlarla ilgileniyor, dönüp bize bakmıyorlar bile, keyiflerine göre yıkanıyorlar der.

      Habib Baba’da IV. Murad’a; “insan öyle bir sultana kul olmalı ki, o sultan kendisini keseleye” der.

      Kısadan hisse bu hikâye bir tarafa, ancak bugün Urfa’da bir Sultan Hamamı ve birde Vezir Hamamı’nın bulunması unvana münhasır isim alan bu hamamlar dikkat çekmektedir.

                                                                                      *****

* Beriyye; Çöl, Arapça bir sözcük olup, özellikle Mardin’in Güneyi Suriye topraklarındaki Türkmen Culab’ı da denilen mevkiidir. Anadolu’ya gelen Türkmen konar-göçer topluluklarının konakladıkları mekânın dışında bahar mevsiminde yeşeren otlak, mera arazi. Beri ve Beriçi ise; Kısas günlük konuşma şivesinde süt sağımına, yani, beriye koyun ve keçi sağımına giden, kız, gelin ve bayanlar için söylenen sözcük. * Eşkın; Kısas bağ tiyenklerinde yeni filizlenen bağ arişlerinin birbirine sarmalanmış dalları.

1-Yusuf Çalışkan, “Kaside-i Der Medh-i Şehr-i Şah-ı Ruha”, Şanlıurfa kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Sayı:33, Elif Matbaası, Şanlıurfa Ocak, 2019, s.51

2- Prof. Dr.  Yusuf Ziya Yörükân, “Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları: 2104, Ankara1998, s.381-383

3- Ahmet Yaşar Ocak, “Bektaşî Menâkıbnâmelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri”, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1983, s.89; Roux, Traditions, ss. 194-195  

4- Rıza Nur, “Türk Tarihi”, Toker Yayınları, Cilt:11, İstanbul, 1981, s.379

5- Haz. Ahmet Taşğın, “Heteredoks Dervişler ve Heteredoksi”, Dün Bugün Yarın Yayınları:2012, İstanbul, 2012, s.147; ahmad Refik, “Fatih Zamanında Sultan Öyüğü”, Türk Tarihi Encümeni Mecmuası, On Dördüncü Sene No: 3 (80), 1 Mayıs 1340, ss.129-132

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı