Advert
Advert
ŞIH MES’UD DEDE-İ HORASANÎ TÜRBESİ’NDEKİ ŞECERE’NİN AKİBETİ!
Aşir Kayabaşı

ŞIH MES’UD DEDE-İ HORASANÎ TÜRBESİ’NDEKİ ŞECERE’NİN AKİBETİ!

Reklam

Türk Tasavvuf Tarihi’nin karanlık sayfaları arasında adı unutulmuş inanç erlerinden biri de Urfa’da Zaviye, Dergâh, Tekke ve Türbesi bulunan, Şah Ahmet Yesevî Halifelerinden, Said Ata’nın oğlu, Gaziyan-ı Rum grubu, “tahta kılıçlı” inanç eri, “Alp Eren” Şah (Şıh, şeyh) Mes’ud Dede-i Horasanî’dir.

      Bir zamanlar Şıh Maksut olarak bilinen bu erenin, adı üzerinde araştırma ve incelemelerde bulunan araştırmacı yazar Mahmut Karakaş; bu zaviyedeki kitabelerden hareketle bu zatın Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum yeri olan Nişabur’dan, Urfa’ya gelen bir velî, yiğit bir asker, adının da Mes’ud olduğu tespitin de bulunur.

     “Bilindiği üzere “Alp”, kahraman ve yiğit anlamına gelen bir sıfattır. “Eren” ise, İslami manada hakikati bulmuşluk, ermişlik ve iyi şekilde yetişmişliktir. Alp ve Eren kavramlarının birleşmesinden oluşan “Alperen” ise bu iki ulvî vasfın bir insanda birleşerek vücut bulmuş şeklidir. İşte bu seviyede içe doğru fethini tamamlamış bir “Eren” ve dışa doğru fethini tamamlamış bir “Alp” kavramlarının bütününü “Alperen” kavramı ifade eder.”1.

         Alevi-Bektaşi yolunda bu sıfatlar Hz. Ali’nin “Allah’ın Aslanı” sıfatı ile özdeşleştirilir ki, Şıh Mesut’da zaviyesinin kitabesinde geliş yerini, Hacı Bektaş-ı Velî’nin doğum yeri Nişabur olarak belirtmiştir:

    “Bismillahirrahmanirrahim, Kad farağa min ‘ameli sahrinc el-fakir ila rahmetullahi Mes’ud bini Sa’id Hengel el- Nişaburi, fi’l-aşereti min receb el-ğarra. Sene tis’a ve seb’ine ve hamse mie. Farahimehullahi men da’a (…) ve i’anehu ve sa’adehu ve licemi’i’l-mu’minîn.”

      Kitabe’de, bu sarnıcın Nişaburlu Said Hengel oğlu Mes’ud tarafından hicri 579 senesi Receb ayının 10’unda (miladi 30 Ekim 1183) bitirilmiştir. Kim Allahı yardıma çağırırsa, Allah ona ve bütün Müslümanlara, merhamet ve yardım etsin” anlamı ifade edilmektedir.

      Urfa’ya ne zaman geldiği belli değildir. Babasının adı Said’dir. Şeyh Mes’ud’un türbesi ve tekkesi Şanlıurfa’nın güneyinde Urfa İç kalesinin de güney tarafına düşen tepenin üzerindedir. Mezarı bu türbenin içindedir. Türbe Selçuk mimari tarzında yapılmış olup, kubbesi yarı açık bırakılmıştır. Halk arasında “Şıh Maksut” diye yanlış tanınmaktadır.

     Anlatılan bir efsaneye göre, Şeyh Mes’ud tekkesini yaparken, oradan geçen bir askerden, kendisine aşağıda gösterdiği taşı getirmesini istemiştir. İstediği taşı getiren askere de Mısır’a sultan olasın diye dua etmiştir. Yahut Şeyh Mes’ud yoldaki taşları temizlerken, oradan geçen bir süvari komutanının atını ürküttüğü için, komutandan birkaç kırbaç darbesi yemiştir. Fakat buna rağmen süvari subayına Mısır’a sultan olasın diye dua etmiştir. Zamanla duası gerçekleşmiş ve o subay Mısır’a sultan olmuştur…

       Onüçüncü yüzyılda Yesevilik Anadolu’ya girmiştir. O tarihlerde Anadolu, Selçuklular tarafından yeniliye fethedilmiş ve Müslüman Türkler büyük gruplar halinde Anadolu’ya gelerek yerleşmeye başlamışlardır.

      İşte Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için Hoca Ahmet Yesevî’nin halifeleri bazen dervişleri ile birlikte küçük gruplar halinde Anadolu’ya göç etmişlerdir. Hatta Hacı Bektaşi Veli’nin bile bunlardan olduğu söylenilmektedir.”2.

     “XII. Yüzyıl sonları ve XIII. Yüzyıl başlarında Urfa’ya dışarıdan gelen mutasavvıfların hepsi Horasan taraflarından gelmişlerdir.

      Bunların içinde ehlisünnet olmayan Bektaşiliğe meyilli çok az derviş bulunmakta idi. Halk bu veli kullara azami saygı gösteriyor, bir kısmı bunlara intisap ederek tarikatlarına giriyordu. Bunlar Urfa’da tekkeler ve zaviyeler de inşa ederek, böylece kendilerine bir mesken ve ibadet yerleri yapıyorlardı.”3.  Peki, nere de? Bilinmiyor!

     Harran Üniversitesi Öğretim Görevlilerinden Doç. Dr. Ahmet Nezihi Turan ise 16. yy. da Ruha (Urfa) Sancağı adlı yapıtındaki belgelerde bu erenin kimliği ve bağlı olduğu inanç ocağı, itibarı ile “Dede-i Horasanî”4. olduğunu ortaya koymakla gerçek biraz daha aydınlatılmıştır.

 

     Dede-i Horasanî Zaviyesi’nin yapılış tarihini sarnıç üzerindeki kayalara nakşeden Şıh Mesut Dede-i Horasanî, Urfa’nın Bizanslılar’dan M.1144 tarihinde alınmasını sağlayan Büyük Selçuklu Komutanı İmadeddin Zengi’den sonra M.1183 tarihinde Urfa’ya gelerek bu zaviyeyi açmıştır.

     Urfa’nın en eski Selçuklu eseri olan Şıh Mesut Dede-i Horasani Türbesi Urfa’da Türk-İslam tarihinin abidesi olarak tarihe tanıklık etmektedir. Türbe mimari özellikleri itibarı ile Türk Gök Tanrı inancının simgesi, gökyüzüne açık türbe tarzında olup, tıpkı Kırşehir’deki Caca Bay Medresesi gibi çilehanesi, mihmanhanesi ve aşhanesi itibarı ile Urfa’daki hiçbir zaviye, dergâh, tekke ve türbe’ye benzemeyip, Horasan Erenlerinin ibadet biçim ve anlayışını sembolize eden özgün bir mimari yapı özellikleri arz etmektedir.

      Ancak, günümüze gelinceye kadar Şıh Mes’ud Dede-i Horasanî Zaviyesi birçok defa tadil edilirken “Horasan Erenleri”ne mahsus bu tür yapıların özellikleri göz önünde bulundurulmadan mimari yapıdaki bazı orijinallikler yok edilmiştir.

     Bu Zâviye’de ilki 1684 yılından başlamak üzere yapılan tadilatlarda binanın güney duvarı geriye çekilmiş, odanın iç kısmında bir mihrap yapılarak, Sünni karakter verilmeye çalışılmıştır. Mihrabın sağına ve soluna Kabe’den getirildiği söylenen iki mermer sütun yerleştirilerek sütunlardan sol taraftakinin üzerinde tıpkı, Hacı Bektaş Velî külliyesindeki “Delikli Taş” (kaya) ve bir dilek ağacının kucaklanış biçiminde, her iki kolla sarmalanarak parmak uçlarının geçirileceği iki oyuk bırakılıp, gelen ziyaretçilerin sütun üzerinde kollarını kavuşturdukları takdirde ziyaretlerinin kabul edildiği niyet sınanması devam etmiş, fakat yakın zamanda bu sütün üzerindeki oyuklar da alçı ile sıvanarak yok edilmiştir.

     İkinci olarak, 2000 yılında Şanlıurfa Valiliği’nin yaptırdığı restorasyon sonucu bu Erenin adı ve inancına uygun misyonu Alp Eren olarak belirtilmiş, fakat binada yapılan tadilatta bu tür dergâh ve türbelerde (Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş-ı Veli ve Ahî Evran-ı Velî türbelerinde olduğu gibi) İslam Peygamberi Muhammet Mustafa’nın, Hıra Dağı’nda inzivaya çekilişinin sembolü olan “Çilehane” nin ufacık giriş kapısı, tadil edilerek büyük bir kapı yapılarak bir “Bekçi Odası” yapılmıştır.

     Günümüzde ise devam eden restorasyon çalışmalarında bu odanın kapısına “İmam Odası”, kuzey bölümdeki “koçboynuzu” iki adet derviş sohbet, muhabbet ve ayin-i cem odalarının kapısına da “Bayanlar Mescidi” yazılarak böylece aslına uygun olmayan bir biçimde, en özgün Selçuklu Türk Mimari yapılarının Urfa’daki abidesi olan Şıh Mesut Dede-i Horasanî Türbesindeki bu orijinal dokular ortadan kaldırılmıştır.

     Üçüncü olarak da Urfa insanının manevi yaşamında özel bir yeri olan bu Türbede, on yıl öncesine kadar mevcut olan ve Dede-i Horasanî’nin silsilesinin İslâmın Yüce Peygamberi Muhammed Mustafa; “Ehlibeyt; Hz. Muhammet, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin”e dayandığını gösteren çerçeve içerisinde ki, “Şecere-i Nesl-i Pâk-ı Muhammediye” adlı Arapça ve Türkçe iki adet şecerename her ne hikmetse asılı olduğu yerden alınmış, bir daha da getirilip yerine takılmamıştır.

     Urfa’da birçok dine ait yapı ve eserlerin tadil edilerek adı, sanı ve hangi inanca bağlı olduğunu gösteren izlerinin adeta silinmiş olduğu bilinmektedir. Oysa ki, tarihsel ve inançsal gerçeklerin korunması ve dünya kültür mirasına aktarılması kadar önemli bir şey yoktur. Zaten, hiçbir zaman gerçeklerin üzeri uzun süre de kapatılamaz.

     Halk dilinde “İl gider töre kalır” sözünde olduğu gibi Urfa’da Ahî ve Alevi-Bektaşi dergâhları da böylece bilinmezliklere itilmiştir. 

     Urfalı Araştırmacı yazar Mehmet Kurtoğlu’nun; “Hafizasını Kaybetmiş Şehir”, Doç. Dr. Abdullah Ekinci’nin ise “Hafızası Silinmiş Şehir” dediği, Urfa’da “ehlibeyt” bağlısı inanırların tarihi, zaviye ve dergâhlarının kitabeleri kazınarak, silinmesi mümkün olmuştur. Fakat bütün bunlara rağmen Urfa’da Horasan Ocağı’nın sedası Alevi-Bektaşi Cemi, Urfa Sıra Gecesi ve Mevlitlerde okunan deyiş, nefes, gazel ve mersiye ile gönülleri şad ederek günümüze kadar gelmiştir.

     Ümit ederim ki, Şıh Mesut “Dede-i Horasanî” Türbesi’nden alınan “Şecere-i Nesl-i Pâk-ı Muhammediye” adlı şecerenin akibeti araştırılarak, tekrar eski yerine takılır ve özgün mimari yapı da korunur.

     Bu duygu, düşünce ve beklentiyle duyarlı olan ilgililere teşekkür eder, saygılarımı sunarım.       Aşir KAYABAŞI

                                                                                                                    *****

1- Turan Bozkurt, “Türkistan Piri Hoca Ahmet Yesevi”, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016, s.61-62; * Alevi-Bektaşiler de Şeyh unvanı yok, “Şah” vardır. Ancak, bazı yörelerde örneğin; Malatya da “Şıh” unvan ve sıfatı vardır ki, yörede “Çamşıhı” (Çam Şıh’ı) denir. Urfa’da “Şıh” denir ki, Suruç ilçesinde “Şıhis” adlı aileler vardır. Ayrıca, Şıhanlılar; “Başlıbaşına ve bi taraf bir aşiret olub, Hazret-i Abbas evladından olduklarını iddia etmekte iseler de bu babda bir vesika-i tarihiye mevcud değildir. Bu aşiret efradı eleekser salah-ı hal ile tanınmışlardır.” (Kemal Kapaklı, “Urfa Hakkında Salname 1927” Şurkav Yayınları:19, s.52); Günümüzde de bu aşiret mensupları, Hazret-i Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin evladı olduklarını söylemektedirler. Aşiretin yerleşik köyü’ün Tebardar-ı Ebu Müslim-i Horasanî ile de ilgisi vardır.

2-Mahmut Karakaş, “Şanlıurfa Evliya ve Âlimleri”, Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Eğitim Müdürlüğü Yayınları, Şanlıurfa, 1996, s.62-64-65

3- Mahmut Karakaş, “Urfa’da Tasavvuf İzleri”, Uyum Ajans, Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı Yayınları, Ankara, 2017, s.21

4- Ahmet Nezihi Turan, “XVI. Yüzyılda Ruha (Urfa) Sancağı”, Şurkav Yayınları: 27, Şanlıurfa, 2005, s.157

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı