Advert
Advert
Hacı Bektaş Velî ve Mehter Ruhu
Aşir Kayabaşı

Hacı Bektaş Velî ve Mehter Ruhu

Reklam

Ulusların medeniyet tarihinde uygarlık alemine kattıkları karakteristik kültürel inançsal değerleri vardır. Türk ulusunda bu değerlerin başında “askerî” misyon gelir. Yani Türk ulusu asker bir millettir.

     “Türk “alp”ı olan cengaverler, “baba” lar, “abdal”lar diye adlandırılan Türk şahsiyetlerinin rehberliğinde, Horasan’ın ruhânî havasında “alp eren” ler, savaş ülkesi Anadolu’da ise, “gazi” ler olarak vatanî vazifelerini ifa etmişler, Osmanlı İmparatorluğu devrinde de Rumeli uclarında aynı vazifeyi yerine getirmişlerdir.

      Yesevîlikten doğan Bektaşîliğin aynı zamanda askerî sınıfın tarîkatî haline gelmesi de bundan dolayıdır.”1

         Onlara ruh veren Gülbank ve duazlarda; “Üçler; Allah Muhammed Ali, Beşler; “Hamset-el Al-i Aba, Yediler; Yedi Ulu Ozan, Kırklar; Kırklar meclisini, Çatal-baş, Hz. Ali’nin Zülfikârı’nı, vurgular.

      Günümüze kadar taşınan bu inancın hâkim olduğu bir ordunun padişahı Orhan Gazi’nin Bektaşiliği kabulü ve ocağın kuruluşu ve II. Beyazıt’ın ikrar törenine katılarak yola girişine baktığımızda:

   “Doğu illerinin bütün kesimlerinde oturan Türk boyları arasında Bektaşi tarikati genişlemeye başladığı gibi, Çorum, Yozgat, Amasya, Tokat ve İç Anadolu’nun Türk kabileleri içinde süratle yayılıyordu. H. 733 tarihinde Osmanlı Padişahı Orhangazi, Amasya’da Hacı Bektaş Veli ile görüşerek, Bektaşi tarikatını kabul edip kendisi ve askeri için Hacı Bektaş Veli’nin duasını almıştı. Hacı Bektaş, Padişahın yeni kurduğu orduya Yeniçeri adını takmıştı* 

      Orhangazi İmparatorluğun mukedderatına hâkim olacak bu yeni teşkilata, dinî bir mahiyet bahşetmek için Hacı Bektaş-ı Veli’ye askerini taktis ettirmişti. Hacı Bektaş-ı Velî, orduyu takdüs etmekle beraber, adına da Yeniçeri demişti. Yeniçeriler bidayette bin kişiden ibaret ve yalnız piyadeden mürekkepti. Maaş, yevmiye bir akça idi. Fakat müddeti kıdem ve muharebede gösterilecek gayret ve şeceata göre icabında arttırılacaktı. Tayinat, hükümettendi, tekmil kıta büyük bir aile telâkki edildiği için, teşkilâtı beytiyesine beyti bir mahiyet verilmiş, bu sebepten erkân ve zabitana Çorbacı Başı, Aşçı Başı ve Saka Başı, gibi isimler konulmuştu.”

      Yine bu tarihin, aynı cildin 430 uncu sahifesinde “Askerler Orta kapıya gelip dururlardı. Bu sırada Başçavuş, Kubbe-i Hümayun önüne gelir, ellerini Fıkaray-ı Bektaşiye gibi niyazmandâne kavuşturur:

“Allah, Allah, İlallah,

baş üryan,

sine pûryan,

kılıç alkan,

bu meydanda nice başlar kesilir, hiç olmaz soran.

Allah, eyvallah.

kahrımız kılıcımız düşmana ziyan.

kulluğumuz padişaha ayan,

üçler, beşler, yediler, kırklar,

Gülbankı Muhammedi, nuru nebi, keremi Ali,

pirimiz sultanımız Hünkâr Hacı Bektaş-i Velî…

Demine, devranına Hû diyelim hû, diye gülbank çekerdi.”2

Peki, yeniçeri askerini coşturarak, gözünü kırpmadan ölüme gitmesine güç ve kuvvet veren mehter nedir?

 “Ulu kişi anlamına gelen mihter istilahından geldiğini iddia edenler varsa da, Mehmet Âkif Ersoy’un buyurduğu gibi, “bir hilal uğruna batan güneşleri” remz eden “Mehter” yani “Hilal” kökünden geldiği, daha akla yakındır. Nitekim, mehterhane konser icra ederken hilâl şeklinde toplanırdı.

     Mehterhane hangi ortaya mensupsa, o ortanın kanununa uygun olarak teşekkül eden yeniçeriydiler. Tarihte, cengâverliğiyle tanınmış birçok milletler, neferlerinin kahramanlık hislerini tahrik için, müzikten yararlanmışlardır. Romalılar, boru ve trampet, Araplar def ve masdar çalarlardı. Tarih biliminin bize haber verdiğine göre, ilk askeri bando teşkilatını, Türk Hakanlarından “Alp Ertunga Kağan” ihdas etmiştir. Bu hükümdara İran’lılar, “Sultan Efrasyap” adını vermişlerdi. Alp Ertunga Han’ın kurmuş olduğu mehterhaneye, “Tuğ” denilirdi. Mehterhanenin Osmanlı devletinde ne zaman başladığına dair kat’i bir hüccet yoksa da. Selçuklu Hükümdarlarının Osman Bey’e yolladığı “Tabl ve âlem” ile başladığı kabul edilmiştir.

    Tarih sayfalarına Türk adını altın kalemle yazan, Türk bahadırlığının ve cengâverliğinin timsali Yeniçeri dayılarının ihtişam ve azametini terennüm eden mehter savaş marşlarından, ancak birkaç tanesi bugünkü nesle intikal etmiştir ki, içlerinden en meşhuru, Dördüncü Murad’ın Bağdat seferinde destanlar yaratan Yeniçeri Babalarından “Teslim Sultan’a”* aittir.          

     Bugün icra edilen birçok marş, orijinal Mehter Marşı besteleri içermeyip, genellikle İttihat - Terakki kaynaklı marş’lardandır.          

HÛ DOST

Canfedayız azm-ı ila-yı Kelamullah için

Hanedan-ı Ehl-i Beyt ü hak Resulullah için

       Tığ-ı İslam heykel-i küfrün başında patlasın

      Hayder-i Kerrar Ali şöhret Esedullah için

Zil ü tab-ı kösler nakkareler gelsin dile

Feth ile emr-i cihad-ı fi-sebulullah için

      Parçalansın çanları geçsin yere puthanesi

      İntikam-ı akdesiyle aşk-ı Ruhullah için

      Kaplasın afak-ı gülbank-ı Muhammed ser-teser

      Kutb-i alem Hacı Bektaş-ı Veliyullah için

               Düşman ufkunda görsün heybetle şanlı ordumuz

               Pençe-i kahrında kahr et düşmanı Allah için

             Sen ki; Tarihin devamınca muzaffer Türksün

             Zalimin zulmüne fırsat verme, bu tek ah için

              Seyf-i sarım-ı ilahi olmuşuz Turgut Baba

              Heft kişver şeş cihat encüm ü mihr ü mah için

     Nöbetlerde kösler çalınır, yeniçeriler bir ağızdan, “Yektir Allah yek” diye bağrışırlardı. Diğer durumlarda, (Beş vakit namaza karşılık) günde beş vakit konser icra ederlerdi. Konser sonunda önce bir “sûre” okunur - Ekseriye Fetih sûresi - sonra, “Gülbank” çekilirdi.

     Peygamber Efendimize ve Ehl-i Beyti’ne “sal”atü selâm” getirilir. Din ve Millet yolunda ser vermiş, ser almış gazîlerin hatırası yâd edilir, şehidlerin mübarek kanlarını tazîz ile Evliyalar bağrı başı ve gaziler serdarı Hacı Bektâş-ı Velî’den istimdad edilirdi.”2.

       Mehter ve Alevi-Bektaşi inançsal değerlerinin izlerine Urfa’da da her alanda rastlamak mümkündür.

     “Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre 17. Yüzyılda Urfa üç tuğlu paşalar tarafından idare edilmekte olup, “şerif kaza” olarak Urfa Paşasının emrinde 150 Yeniçeri ve altı yüz sipahi bulunuyordu.”3.

      “Devlet otoritesini oturduğu “Hünkâr Kal’ası” nda temsil eden Dizdar, Kale komutanıdır.* Kendisi sancaktaki birkaç serbest dirlikten birini tasarruf etmekte, “Kale erenleri” yani “Mustahfızân” , “Kuloğlu” ve “Azeb’ân ise ulufe” almaktadır.”4

     Örneğin; II. Mahmut’un Yeniçeri kırımı sonrası mehter’i yasaklamasına ilişkin, Urfa Bando Takımı’nın kurucusu Sayın, Osman Özsoy’un Urfalı Derviş Amca’dan dinlediğini belirttiği bir fıkra çok ilginç ve manidardır:

     “Sultan Mahmud zamanında Yeniçeriler isyan ediyorlar. Padişah isyanı bastırdıktan sonra yeniçeriliği kaldırıyor. Aradan epey zaman geçtikten sonra Sultan Mahmud’un saz heyeti her nasılsa Yeniçerilerin marşını okuyorlar. Sultan Mahmud gazaba gelerek heyetin Haleb’e sürgün edilmesine ferman buyuruyor. Heyet, Haleb’e sürgün ediliyor.

      O sıralarda Şanlıurfa’da Mutasarrıf bulunan bir zatın oğulları sünnet ediliyorlar. Mutasarrıf Halep Valisini Şanlıurfa’ya davet ediyor. Vali Şanlıurfa’ya gelemeyince bir cemile olmak üzere heyeti Şanlıurfa’ya düğüne gönderiyor.

      Heyet Şanlıurfa’ya gelip Mutasarrıfın (Sancak Beyi) düğününde icrayı ahenk ettiği sırada, saray âdeti üzere fesleri çıkarıp baş açık olarak saz çaldıkları için halk tarafından kendilerine “açık başlar” adı veriliyor.

      Bu heyet Şanlıurfa’da iki ay kadar misafir kalıyor. Şanlıurfalı meşhur Ali Hafız’ın babası Mahiş Efendi vasıtasıyla Beykapısı bahçelerinden birine davet ediliyorlar. Davet edilen bahçede işi ile meşgul iken kulağına bir saz sesi geliyor. İşini terk ederek sazın bulunduğu bahçeye gidiyor.

     Selam veriyor. Hoş geldiden sonra oğullarına sazını getirmelerini söylüyor. Fasıl arasında (Ali Ezber makamında) söylenen aşağıdaki şarkının meyanının yanlış söylendiğini ileri sürüyor. Heyetin Şefi: “Biz yanlış okuduksa sen doğrusunu söyle” deyince sazını alarak doğrusunu çalıyor.

    Heyetin şefi yerinden kalkmasıyla Dede Halil’in elini öpüyor. Ve “Olsa, olsa siz Dede Halil’siniz çünkü sizin adınızı Mabeyni Hümayun’da işitmişiz” diyerek kendisine çok hürmet ediyor. Elezber makamında söylenen şarkı;

                                                  Şem’i hüsnün narına pervaneyim

                                                  Ben sana âşık değilim ya neyim,

                                                  Meclisi valsın için divaneyim

                                                  Ben sana âşık değilim ya neyim”

 

      Dede’nin musikide hakikaten mahir bir üstad olduğuna kanaat getirerek ertesi günü Dede Halil’in elini öperek kusurlarının affını rica ediyorlar.”5.

     “Şanlıurfa’daki müziğin gelişme sebeplerini araştırdığımızda bazı kaynak kişiler, Osmanlı döneminde saraydan sürgün edilen birçok musikişinasların Urfa’ya gönderildiğini, bu insanların yıllarca müzik birikimlerini yöre insanlarına aktardıklarını ifade etmişlerdir.”6

    “Eskidenberi dolaşan rivayete göre, bu ağır bestelerin, Artukoğulları ve Uzun Hasan’ın Harput’taki saraylarında Mehter Takımları tarafından çalındığı, binaenaleyh Horasan Erenlerinden miras kaldığı, merkezindedir.”7 

     Doç. Dr. Abdullah Ekinci; “Hızır” aleyhisselam hakkında Urfa Balıklıgöl su kaynağı ve Hızır’la ilgili olarak Alevi-Bektaşi şairlerinin şu soyut ifadelerine dikkat çeker:

  “Mecma’-ül Bahr / Bahreyn’in Bektaşî-Kızılbaş nefeslerinde de görülmektedir. Özellikle XVI. Yüzyılın tanınmış şairlerinden Hayâlî Beğ*

      “Ol leb Hızr’ı ile hem reh Mecma’-ül Bahreyn’i seyretdüm

Fenâ gerdinden emvâc-ı havâdisden emân buldum.”*

Ayrıca XIX. Yüzyıl şairlerinden Harâbî’nin* şiirlerinde de Mecma-ül Bahreyn kavramı işlenmiştir.

 “Mecma-ül Bahreyne vardığım zaman

Hızırı bulup candan kölesi oldum

 Ledün ilmin bana eyledi ihsan

Sırrı Sırrullahın tamamı oldum.*”

    Heteredoks kültürden beslenen Hayalî Beğ ile Harâbî’nin yukarıda verilen nefeslerinde Mecma’-ül Bahr’ın/Bahreyn’in Bâtıni bir yorumu dile getirilmiştir. Batını/Heteredoks yorum yer yer halk arasında anlatılan menkabelerde de görülmektedir.

      Böyle bir yorumdan P. N. Boratav, Köroğlu Destanı adlı eserinde destanın Urfa rivayetini anlatırken ifade etmektedir. Ona göre Urfa rivayetinde, Köroğlu’nun oğlu Hasan Beğ eşkıyalığa giderken Hoca Hızır’a rastlamıştır. Hızır onun arkasını sığayarak kendisine güç verir.

      Urfa’da yer adlarının kökenleri hakkındaki bilgilerimiz yok denecek kadar azdır. Kentin fizikî gelişmesi, bu gelişme ile ilgili tarihî ve toplumsal veriler, sistematik bir araştırma konusu şimdiye kadar yapılmamıştır. Urfa kültürünü besleyen temel dinamiklerden biri, hiç şüphesiz ki, mistik kültürüdür… Kentteki mistik kültürü besleyen unsurlar züht hayatı, Melamilik, fütüvvet ve tarikat kültürüdür. Urfa’daki söz konusu kültürel unsurların toplum ve coğrafya üzerindeki etkileri hakkında gerçek ilişkiye dair bilgisizliğimiz devam etmektedir.

      Mistik İslam yorumunda, iki denizin birleştiği yer anlamına gelen Mecma’ul Bahreyn, Rahman suresinde “Meracel Bahreyn” olarak geçmektedir. Bu ayet “Allah, iki denizi birbiriyle kavuşturmak üzere salıverdi.” Mealindedir. Aralarında birbirine karışmamak üzere bir engel (berzah) vardır. O iki denizden inci ve mercan çıkar.      

       Heteredoks İslam kültürüne göre, Mecmaul Bahr/Bahreyn’den kasıt, Hz. Aliyel Mürteza ve Fatımat’üz-Zehra’dır. Aralarındaki berzah* Hz. Muhammed Mustafa’ya tekabül eder. O iki denizden çıkan inci ve mercan ise Hz. Hasan ve Hüseyin’e remizdir. Söz konusu duruma örnek olabilecek Heterodoks İslam yorumunun izlerini taşıyan bir kitabe, Urfa’da “Fesadı Hanı”nda yer almaktadır.*

     Sonuç olarak bugün Urfa’da Mecma’-ül Bahr kavramının Balıklıgöl ve çevresindeki kutsal alanın bütünlüğü içindeki yeri, sadece somut bir anlamdan ibarettir. Mecma’-ül Bahr’ın soyut anlamı kentin hafızasından silinmiştir.”8. der.

  “Urfa’da Serturnai-Turnacıbaşı ağalığı görevinde bulunan altı kişinin mezarına rastlayabildik. Bunlardan biri Mevlidihalil Camii haziresinde, diğer beşi de Bediüzzaman mezarlığındadır. Bu mezarlardan üçünün isimleri silinmiş olup, sadece Serturnayi serpuşları kalmıştır.”9.

      Urfalı yazarlarımızdan Sayın, Mehmet Kurtoğlu’nun; “Hafızasını kaybeden şehir”, Doç. Dr. Abdullah Ekinci’nin ise “Hafızası silinmiş şehir” dedikleri Urfa kentinin dokusunu oluşturan Ahî, Kalenderi, Haydari, Şazeli ve Alevi-Bektaşî değerleri yok sayılarak unutturulur!

      Ancak, günümüzde Urfa Büyükşehir ve Haliliye Belediyeleri birer Mehter Takımı kurdu. Bu kültürel açıdan önemli bir gelişme, fakat öyle umarız ki yeniçerinin ay şeklinde duruşları, üç adım yürüyüşleri ve simgesel karakazanları kaynar, hafızadan silinmiş mehter ruhu coşarak, “Şerif Kaza” Urfa Mevlid-i Halil Karaköprülü Ali Baba Dergâhındaki gibi “kale erenleri” nin orijinal gülbankleri okunur.

KAYNAKÇA

*Alp, Alp Eren, Horasan Erenleri; Türk mitolojisinde, “Yiğit, cesur, kahraman” demek olup, Alevi-Bektaşi tasavvuf düşüncesi ve İslam tarihinde Haydar-ı Kerrar (Allah’ın Aslanı) Hz. Ali ile özdeşleştirilir. Coğrafyamızda bunun örneği “Kaya Alp” künyesi ile nitelendirilen Süleyman Şah’tır.

*Teslim Abdal; “Kadim Mehter marşlarında geçen Teslim Dede, kimdir? Teslim Abdal, Dördüncü Murat döneminin 66.ncı Yeniçeri Ortasında mukim, Dedebabaca atanmış Orta Halife Babasıdır. Revan ve Bağdat seferlerine bizzat katıldığı bilinmektedir. Ünlü Şeyhülislam Yahya Efendi’nin mürşididir.

“Ceddin Dede, Neslin Baba

   Ey kahraman Türk Milleti”

Onun Ünlü Mehter Marşı’dır.(İsmail Özmen, “Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Cilt:3, s.89; Şevki Koca, Yeniçeri Ocağı, s.107

1- İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklu Tarihi” ,Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1992, s.107; Ahmet Refik, “Umumi Tarihi” ,Cilt: 6, Sahife 335 

2- Necmeddin Şahiner, “Avrupa’yı Titreten Musikî Mehter” ,Elips Kitap, Ankara, 2007, s.9-27; John Kıngsley Bırge, “Bektaşilik Tarihi” , Ant Yayınları, İstanbul, 1991, s.86

2- Şevki Koca, “Yeniçeri Ocağı ve Devşirmeler” ,Nazenin-Tarih, İstanbul, 2000, s.106; “Bektaşilikte Gün Muhammed, Ay Ali, Yıldız Hünkâr Hacı Bektaş Velî” nitelemesi Türk Gök Tanrı inancının bir yansımasıdır.

3- Mahmut Karaskaş, “Urfa’nın Kültür ve İnançlar Serüveni” ,T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009, s.307; Mehmed Zıllıoğlu, a.g.e. v, 41; Jean-Babtıst Tavarnier, Tavernier Seyahatnamesi, Editör Stefanos Yerasimos, Çvr. Teoman Tunçdoğan, İstanbul, 2006, s.199

4- Ahmet Nezihi Turan, “XVI. Yüzyılda Ruha (Urfa) Sancağı” ,Şurkav Yayınları: 27, Şanlıurfa, 2005, s.37-143

5- Abuzer Akbıyık, “Şanlıurfa Sıra Gecesi” ,Elif Matbaası, Şanlıurfa, 2006, s.49-50; *Mabeyni Hümayun; padişah sarayının selamlık dairesi, bununla beraber mabeyn denilince saray anlaşılırdı.

6- Abuzer Akbıyık - Salih Turhan - Sabri Kürkçüoğlu - Osman Güzelgöz - Kubilay Dökmetaş, “Şanlıurfa Halk Müziği” ,Cem Veb Ofset Ltd. Şti, Ankara, 1999, s.23; * Bilinen en ünlü sürgün şair Urfalı Kuloğlu Mustafa’dır.

7- Fikret Memiş, Harput Âhengi” ,Matbaa Teknisyenleri Basımevi, İstanbul, 1966, s.11

8- Doç. Dr. Abdullah Ekinci, “Soyuttan Somuta Mecma’-ül Bahr” ,Şanlıurfa Kültür Sanat Tarih ve Turizm Dergisi, Yıl:3, Sayı:8, Eylül 2010, s.23-24;* Şerif Kaza; Silsilenâmesi Hz. Hasan üzerinden ehlibeyte çıkan Karaköprülü Şazeli Ali Baba (dede)‘dır.

9- Mahmut Karakaş, “Urfa’nın Kültür ve İnançlar Serüveni” ,T.C. Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2009, s.394     

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı