Advert
Advert
Eğitim Şart Değil...
Aziz Budak

Eğitim Şart Değil...

Reklam

Her yazımda sizlere farklı konulardaki görüş ve yorumlarımı aktarmak istiyorum, amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Umarım bunu yaparken işin uzmanlarını rencide etmiyorumdur.

                Yıllar önce bir cips reklamında ünlü komedyen Cem YILMAZ'ın polis baskınına uğraması sonrası, basını karşısında görünce söylemiş olduğu "Eğitim şart" sözü hepimizin ağzına sakız olmuştu. Gördüğümüz her aksaklık veya hata da eğitim şart sözünü yineler olmuştuk.

                Öncelikle eğitim nedir? Bunu açıkladıktan sonra eğitimin önemine değinmeye çalışalım daha sonra başlıkta neden eğitim şart değil ona geleceğiz.

                Eğitim: İnsanları belli amaçlara göre yetiştirme sürecidir (Nurettin Fidan). Daha değişik ve kapsamlı tanımları da var. Eğitim bir kişiyi yapacağı görevin tüm özelliklerine göre bilgi ve beceri yönünden donatmak olarak ta açıklayabiliriz. Çocukluğumuzdan itibaren hem eğitim hem de öğretim kesintisiz olarak devam etmektedir. Özellikle büyüklerimizin o güne kadar anlamını veya faydasını bilmediği bir konuda yeni bir şey öğrendiğinde kullandığı "Bir yaşıma daha girdim" sözü, hayatın her evresinde yeni şeyler öğrenebileceğimizi göstermektedir.

                Gelelim ülkemizdeki eğitim meselesine; hangi hükümet göreve gelirse gelsin, göreve gelen milli eğitim bakanı yeni bir sistem getiriyor. Zorunlu eğitim ile ilgili son değişiklikten sonra eğitim süreleri üzerinde fazla değişiklik yapılmıyor. Milli eğitimin beğenilecek tek yanı burası sanırım. Öğrencilik yıllarımızdan itibaren girdiğimiz sınavların adlarına bakacak olursak ÖSS, ÖYS, LGS,YGS, GDS, TEOG, ALES, TUS, LYS daha fazlası ile sizleri sıkmayayım, eminim benim hatırlamadığım bir çok sınav ismi vardır. Bu sınavlar öyle bir hal aldı ki öğrencinin anne babası dahi bu sınav değişikliklerini takip edemez oldu.

                Sürekli ülke gündemine gelen ve eğitimimizin ne kadar kötü olduğunun en büyük göstergesi olan yabancı dil eğitimi, etrafımıza baktığımızda Ruslar ana dili gibi, Suriyeliler ana dili gibi ingilizce konuşurken, bizim eğitim kurumlarımızda ortaokulda 3 yıl, lisede 3 yıl ingilizce dersi gördüğü halde yabancı bir ülkeye gittiğinde derdini anlatacak kadar İngilizce konuşamaması garip değil mi? Yanlış giden bir şeyler var.

                Her öğrencinin okula başladığında kahramanı öğretmenidir. Büyüdüğünde ne olacaksın dediklerinde öğretmen olacağım diye gururla söyler.

                Öğretmenlik sadece bir meslek değil, öğretmenlik; öğrencisine ikinci ana ikinci baba olmak, onu hayata doğru bir şekilde hazırlama noktasında ailesinin olduğu kadar öğretmeninin de görevidir. Bu düşünce de olmayan zaten öğretmen olmasın.

                Öğretmen olmayı ideal edinen öğrenci yukarıda saydığımız zorlu sınav maratonundan başarı ile çıkıp, maddi imkânların verdiği sıkıntılarla da boğuşarak okulundan öğretmen adayı olarak mezun oluyor. Artık vatanına milletine faydalı bir insan olacak, idealist gençler yetiştirecek, gençleri eğitmenin, onlara yeni bilgiler öğretmenin güzelliklerini yaşayacak ve bu hazzı öğrencilerine de anlatacak. Buraya kadar dediklerimiz olması gereken.

                Ülkemizde öylemi oluyor? Belirli bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra bir bakıyorsunuz ki, artık öğretmenlik ona yetmez olmuş.  Aile veya akraba çevresinde güçlü bir siyasi aktör var ise yıllarca eğitim aldığı, bilgi edindiği öğretmenlik mesleğini elinin tersi ile iterek belediyelerde veya bir kamu kurumunda müdürlük koltuğuna oturuyor. Öğretmenimiz bunu yapmamalı, eğitimin önemini bilen bir kişi, örnek veriyorum belediyede park ve bahçe işinden ne anlar? Aldığı eğitimle hiç ilgisi olmayan kamu kurumunda ne kadar faydalı olur?

                Bu soruları ne öğretmenlerimiz kendisine soruyor, nede bu atamalara aracılık yapan siyasiler soruyor. Maalesef çevremizde böyleleri akrabalarımızdan ise hiç sesimiz çıkmıyor, ne diyoruz; başka bir torpilli geleceğine benim akrabam gelsin diyoruz.

                Bu tür haksızlıklara göz yumanlar, yaşadıkları şehre ve ülkesine en büyük zarar verenlerdir. Şanlıurfa'mızda bu örneklere fazlası ile rastlamak mümkün. Mutlaka başka illerde de oluyordur. Neden mutlaka başka illerde de vardır diyoruz, "Burası Türkiye" diye her türlü olumsuzluğu millet olarak kabul etmişiz artık.

                Öğretmenlerimiz belediyeler veya kamu kurumlarında müdür olmaları kabul edilir bir durum değil, çağdaş eğitimin gereklerine göre eğitim almış aydın kimselerin o kurumlarda yıllarca görev yapan personelin hakkını yemeleri dinende doğru değildir.

                Dinen de doğru değildir tabirini kullanınca aklıma din görevlilerimiz geldi, Ak partinin iktidara geldiği günden bu tarihe kadar kaç tane din görevlimiz belediyeler veya kamu kurumlarına müdür olarak tayin oldular çok merak ediyorum.

                Yukarıda dedim ya öğretmenlerin başka kurumlara müdür olmaları kabul edilir bir şey değil, peki ya din görevlilerimizin (İmam, müezzin, vaiz, ilahiyat mezunları vs) aynı yolla başkalarının hakkını gasp ederek makam ve mevkilere gelmelerine ne denir? Gasp etmek dedim çünkü; haksızlığı, adaleti, kul hakkını çocukluğumuzdan itibaren bize anlatanlar din görevlileri değil mi? Siyasi referanslarının olması bu haksızlıkları yok mu sayıyor. Son zamanlarda dini günlerde güzel sloganlarla o günün anlam ve önemini anlatan Diyanet İşleri Başkanlığımız kendi bünyenizdeki bu din görevlilerinin hakları olmadığı halde başka kurumlara müdür olarak atanmalarına neden muvafakat veriyor.

                Diyanet İşleri Başkanlığı olarak hem haksızlıklara karşı olmak hem de kendi zümresinin itibarını korumak adına neden bunlara karşı çıkmadılar?

                Hayatımıza örnek alacağımız kişiler olarak gösterilen ve hutbelerde hayatı anlatılan Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri, Abbâsîler iktidara geldiklerinde İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerini kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından yararlanmak için kendisine kadılık görevini teklif etmişlerse de o bu teklifi reddetmiş ve bu sebepten dolayı işkenceye uğramış, hapsedilmiştir. Gerçekten dini bilen bir kişinin takınması gereken tavır olarak her zaman bizlere örnek, ancak günümüzde maalesef din görevlilerinin eğitimi, bilgisi ile hiç alakası olmayan bir kuruma müdür olarak gitmelerine karşı çıkmaları hem hakka hem adalete uygun olurdu.

                Ülkemizde hangi ile baksak onlarca, yüzlerce bu örneklere rastlamamız mümkün, bu haksızlığı dile getirdiğiniz zamanda ya solculukla ya din düşmanlığı ile itham ediliyorsunuz.

                Yazının başlığında eğitim şart değil demekteki sebep buydu. Yoksa eğitim önemsiz olur mu?

                Peki buradaki yanlış nedir? Bir tarafta en güzel okullarda okumuş baş tacı ettiğimiz öğretmenlerimiz, diğer tarafta; Allah, peygamber, din, hak, adalet, hoşgörü, kul hakkı vs konularda bizi bilgilendiren, bu konularda bilgi sahibi din görevlilerimiz.

                Uygulamaya baktığımızda aldıkları eğitime hiç yakışmayacak bencillikleri ve haksızlıkları kendilerine hak gören bir kesimle karşı karşıyayız. Demek ki iyi eğitim veremiyoruz, insanları bilgi olarak donatsak ta işin ahlak ve etik tarafını maalesef veremiyoruz, günden güne yozlaşan bir diplomalılar ordusu çoğalıyor.

                Kişisel menfaatlerimizi hiç bir zaman toplumumuzun maddi veya manevi değerlerimizin önünde tutulmamalıyız. Yoksa yaşadığımız şehirdeki aksaklıkların sebebini sürekli sorgulamak zorunda kalırız.

                Bu yazıyı kaleme aldığım zaman Başbakan Binali Yıldırım, 20 bin öğretmenin atamasının yapılacağını söyledi. Atama bekleyen öğretmen kardeşlerimize hayırlı olsun diyorum.

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı