Advert
Advert
Markalaşmak değerlerimize sahip çıkmakla olur…
Ercan Akkar

Markalaşmak değerlerimize sahip çıkmakla olur…

Reklam

İnsanlık tarihi açısından Mezopotamya, yani Güneydoğu Anadolu Bölgesi bereketli topraklarıyla çok önemlidir. Onlarca medeniyete ev sahipliği yapan bu topraklarda, insanlar hep ilkleri gerçekleştirdi. Diyarbakır’da Çayönü, Urfa’da Göbekli Tepe, Mardin’de Dara’ya baktığımızda bunu görebiliyoruz.

Bu topraklarda atalarımız, tarımdan yerleşik yaşama geçişe, mimariden dini alanlara kadar birçok başarıya imza attı. Onlardan sonra gelen nesillerde bırakılan miras çerçevesinde üzerine koyarak, bu topraklardaki eşsiz eserleri günümüze taşıdı. Şimdi ise sıra bizde… Bizlerde aynı şekilde bu değerleri gelecek nesillere taşımalı ve marka şehirler oluşturmalıyız.

Elbette atalarımız bu topraklarda sadece sözünü ettiğimiz alanlarda insanlık tarihini değiştiren gelişimler göstermedi. Sosyal yaşamlarında da önemli izler  bıraktılar. Nitekim bölgede yapılan kazılarda, kültür sanattan giyim kuşama kadar birçok alanda önemli çalışmalar ve eserler görmek mümkündür. Zaten günümüz de birçok ülke veya şehir, bu tarihin derinliklerinden gelen eserleri ve değerleri koruyup kollayarak marka ülkeler veya şehirler olabiliyorlar.

Markalaşmak genelde bir ülkenin, yerelde şehirlerin kültürel, ticari ve siyasi açından soyut ve somut değerlerini unutturmamak, iyi anlatmak ve tanıtmaktan geçer. Bazen öyle marka şehirler olur ki o ülkenin de önüne geçer ve sağladığı katma değerle ülkeyi kalkındırır.

Markalaşma 20. yüzyılın başından itibaren daha da hız kazandı. Daha önceleri Fransa’nın Paris, İngiltere’nin Londra, Amerika Birleşik Devletleri’nin New York ve Los Angeles, İtalya’nın Venedik, Floransa ve Roma, Rusya’nın Moskova ve St. Petersburg, Japonya’nın Tokyo, Avustralya’nın Sydney ve Melbourne kentleri gibi marka şehirlere, son yıllarda Azerbaycan’dan Bakü, Rusya’dan Soçi, Kazakistan’dan Astana, Çin’den Pekin, Şanghay, Shenzhen, Filipinler’den Manila, Endonezya’dan  Cakarta, Malezya’dan Kuala Lumpur ve Hindistan’dan Bombay marka şehir olma yolunda hızla ilerledi.

Bu kadar tarihe kültüre devasa potansiyele rağmen bizde neden markalaşma gerçekleşemiyor. Bunda özellikle ve öncelikle yerinden yönetim anlayışı çerçevesinde merkezi yönetim, yerel yönetim, üniversiteler ve özel sektör işbirliğinin güçsüz olması ya da hiç olmamasından kaynaklanıyor. Bunu aşmanın yolu, ülkemizin veya şehirlerimizin markalaşması için tüm bu aktörlerin işbirliği içinde çalışmasıyla olur. Bunu sağladığımız takdirde İstanbul’dan Diyarbakır’a, Mardin’den Urfa’ya kadar birçok şehrimizi marklaştırabiliriz. 

Böyle uzun uzadıya meramımı anlatmamın sebebi, sahip olduğumuz değerlerin kıymetini yeterince bilmememizden kaynaklanıyor. Tabi ki marka şehir olabilmek için tarihi eserlerimiz önemlidir. Ama bunun yanında gastronomiden sanata kadar kültürel değerlerimize de gerekli önemi vermeliyiz.

Geçtiğimiz günlerde Mustafa Kemal Atatürk’ün, sesinin güzelliği ve güçlü yorumu nedeniyle, ‘Şark Bülbülü’ unvanı verdiği Celal Güzelses’in 61’nci ölüm yıl dönümüydü. Son iki yıldan bu yana, Diyarbakır Devlet Klasik Türk Müziği Korusu tarafından düzenlenen bu yıl ki anma gecesi, Güzelses’in ailesinin Elazığ’daki depremi gerekçe göstererek iptal talebi, Diyarbakır Klasik Türk Müziği Korusu yöneticileri tarafından merkezlerinin Ankara olmasından dolayı ‘Elazığ’a Ağıt’ gecesine çevirdi.

Bu yıla mahsus olmamakla birlikte soruyorum;

Neden bu değerlerimize sahip çıkılmaz?

Neden Elazığ depremi 24 Ocak'ta olmuşken, 2 Şubat’taki anma, ’Elazığ’a Ağıt’ etkinliğine çevrilir?

Neden Celal Güzelses ve Diyarbakır’dan çıkmış diğer değerlere yeterince sahip çıkılmaz?

Neden Celal Güzelses’e değer veren, bugüne kadar anmalar düzenlenmesine öncülük edenler küstürülerek, bu işin rantı peşinde koşanlara prim verilir?

Neden 3 ay önce duyurusu yapıldığı belirtilen anmayı kimse duymaz?

Neden tarih boyunca Diyarbakır’dan onca ses sanatçısı ve bestekar çıkmasına rağmen bir müzik müzesi bulunmaz?

Neden bu tür anma ve gecelere bir-iki sanatçının dışındaki diğer Diyarbakırlı sanatçılar dahil edilmez?

Neden bu tür anma ve etkinlikler sadece bir kurum veya kuruluşun üzerine yıkılır ve ortaklaşma sağlanmaz?

Neden belli bir zümrenin dışında bu değerlerin anılmasına Diyarbakırlılar, hatta tüm ülke dahil edilmez?

Unutmayalım ki, İtalya’nın Venedik kenti Antonio Vivaldi, Avusturya'nın Salzburg kenti Wolfgang Amadeus Mozart, Almanya’nın Bonn kenti Ludwig van Beethoven, Polonya’nın Varşova kenti Frederic Chopin, Rusya’nın Votkinsk kenti Pyotr İlyiç Çaykovski ile de anılmaktadır. Yani markalaşmak için her alandaki değerlerimize sahip çıkmamız gerekiyor.

Bu arada Diyarbakır’da geçtiğimiz haftanın önemli tartışmalarından biri de hiç kuşkusuz, bir vatandaşımızın Domuz Gribinden ölüp ölmediğiydi. Tartışma, bir bilim insanı çıkıp bir haber ajansına dünyayı kasıp kavuran koronavirüs yerine domuz gribini konuşmamızın gerektiğini ve bir kişinin domuz gribinden ölmesini söylemesiyle başladı.

Bunun üzerine Diyarbakır Valiliği ve İl Sağlık Müdürlüğü’nden, peş peşe yalanlamalar geldi. Ben şahsen bir bilim insanının yalan söyleyeceğine ihtimal vermiyorum, bir bilim insanı neden yalan söylesin ki… Aslında ismi bende saklı kişinin gerek Dicle Üniversitesi, gerek Eğitim Araştırma ve gerekse Selahaddin Eyyubi Devlet Hastanesi’ndeki kayıtlarda neden öldüğü görülebilinir.  

Tamam, yöneticileri anlıyorum, bunun bir panik havasına dönüşmesini haklı olarak istemiyorlar. Ama global denen küçük dünyamız da virüslerin ne kadar çabuk ve kolay yayıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu tür senaryolara hazır olmamız gerekmektedir. Bir korku ve panik olmaması için halkın olsa da, olmasa da, bu tür konularda bilgi sahibi olması çok önemlidir. Yoksa Allah korusun başımıza geldiğinde, korku  kaosa döner, o zaman da, daha kötü olur.

Sevgiyle kalın.

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
Evlenme ve Boşanma İstatistikleri Şanlıurfa 2. sırada
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı
TÜİK, Yurt içinde 17 milyon kişi seyahate çıktı